Önceki yazımızda “tehcir” ile “soykırım” kavramlarının iki farklı olgu olduğuna işaret etmiş...

Osmanlı’dan bu yana Türkiye’nin Ermeni azınlığını, Rum azınlığını, Yahudi topluluklarını yok etmek gibi bir devlet politikası uygulamadığını söylemiş...

Ve Birinci Dünya Savaşı sırasında Rusya ile yapılan savaşın cephe gerisinde Rus ordusu tarafından örgütlenen Ermeni komitelerinin ayaklanarak orduyu vurması üzerine “tehcir” politikasının gündeme geldiğini de sözlerimize eklemiştik.

***

Ermeni tehciri kararının alındığı dönemde Dahiliye Vekili (İçişleri Bakanı) olduğu için Ermeni soykırımının baş suçlusu olarak ilan edilen Talat Paşa, o dönemde uygulanan “Ermeni politikası”nı “Hatıralar”ında şu sözlerle anlatmıştır:

“Genç Türkler  (İttihat ve Terakki Yönetimi -EG) hususi idare teşkilatı vücuda getirmeyi, yani Kanuni Esasi’de (Anayasada -EG) mevcut olan yetki genişletme ve vazife taksimini kendi programlarında kabul ettiklerinden, Ermenileri bu programa yaklaştırmaya çalışmışlarsa da onlar bu cihete katiyen yanaşmamışlardır.  (...) Ermeni Taşnaksutyun ve Hınçak komiteleri 1908, 1909 ve 1910 senelerinde büyük bir faaliyetle Türkiye dahilinde ihtilalkârane teşkilatlarını genişletmeye ve ahaliyi silahlandırmaya çalışmakta idiler” (Bkz. “Talat Paşa: Hatıralarım ve Müdafaam”, Kaynak Yayınları s. 57)...

Talat Paşa anılarında daha sonra Birinci Dünya Savaşı’nın başlamasının ardından silahlanan Ermeni gruplarının Osmanlı ordusuna cephe gerisinden saldırılar başlattıklarını anlatmış ve tehcir kararının bu saldırılar nedeniyle alındığını savunmuştur.

***

Gerçekten de, tehcir kararından önce 1915 yılının Mart ayında Ermeni örgütleri Zeytun’da bir ayaklanma başlatmış, bu ayaklanmanın genişlemesi sonucunda 16 Mayıs 1915 gecesi Rus ordusu ve Ermeni örgütlerinin gerçekleştirdiği ortak saldırı sonucunda Osmanlı ordusu Van’dan çekilmek zorunda kalmıştı. Bu koşullarda bile Talat Paşa “tehcir” kararı konusunda tereddüt etmiş ve bu tavrının sebeplerini anılarında şu sözlerle anlatmıştır:

“Harp halinin ortaya çıkmasını müteakip Muş, Bitlis, Van vilayetlerinde mahalli isyanlar başladı. Bunun üzerine Genel Karargâh Nakil Kanunu’nu (tehcir) hazırladı ve Vekiller Heyetine (Bakanlar Kurulu’na) teklif etti. Böyle bir kanunun tatbikine şiddetle itiraz ettim çünkü bir dereceye kadar tanzimine muvaffak olduğumuz jandarma tamamen, polis efradı ise kısmen silah altına alınmış ve yerlerine ‘müstahfaz efrat’ (yerel korucular -EG) geçirilmiş olduğundan bu yerli vasıtalar ile nakil muamelesine teşebbüs edildiği takdirde pek çirkin ahval zuhuruna meydan verileceğini biliyor idim.” (Bkz. Talat Paşa, Hatıralar, s. 76)

Talat Paşa’nın itirazı üzerine tehcir yasasının görüşülmesi bir süre ertelenmiş, ancak Rus ordusu ve Ermeni çetelerinin ortak saldırısı sonucunda Osmanlı ordusu Van’ı boşaltmak zorunda kalınca Talat Paşa’nın da içinde yer aldığı hükümet bu kanunu kabul etmek ve yürürlüğe koymak zorunda kalmıştır.

***

Bu aşamadan sonra önce Doğu Anadolu’da yaşayan Ermenilerin tehciri başlamış, daha sonra tehcir yaygınlaşmıştır. Bu sırada tehcir konvoylarına yapılan saldırılar sonucu Talat Paşa’nın vuku bulmasından korktuğu olaylar yaşanmıştır. Bu saldırılar genelde bölgede yaşayan Kürtler tarafından yapılmakla birlikte savaş koşullarında bazı resmi görevliler de bu tutumu teşvik edici bir tutum takınmıştır. Buna karşılık bazı Kürt aşiretleri tehcir konvoylarına yapılan saldırıları önlemiş, bazı Osmanlı subayları da saldırganları durdurmaya çalışırken yaşamlarını kaybetmişlerdir...

Savaş sırasında Rus ordusunun işgal ettiği ya da Ermeni komitelerin denetimi ele geçirdiği bölgelerde de Türklere karşı benzer saldırılar yapılmış ve yüz binlerce Osmanlı vatandaşı katledilmiş ya da yerini yurdunu terk etmek zorunda kalmıştır. Rus ordusunun resmi günlüklerinde bu olaylar kınanarak anlatılmıştır...

Devletler arası savaş ile iç savaşın birbirine karıştığı bir ortamda yaşanan bu “karşılıklı göç ve kırım” olayları, Osmanlı Hükümetinin merkezi olarak planladığı sistematik bir yok etme eylemi, yani bir “soykırım” değildir. Söz konusu olayları II. Dünya Savaşında Hitler Almanyasının savunmasız Yahudilere karşı yürüttüğü politikadan ya da günümüzde İsrail’in Filistinlilere karşı yürüttüğü politikadan ayıran nokta budur.

***

1918 yılında kurulan Ermenistan devletinin ilk başbakanı ve Taşnak örgütünün kurucularından biri olan Ovannes Kaçaznuni, örgütün 1923 yılında yapılan kongresine sunduğu raporda o günlerde yaşananları şu sözlerle dile getirmiştir:

“1914 kışı ve 1915 yılının ilk ayları Taşnaksutyun da dahil olmak üzere Rusya Ermenileri açısından bir heyecanlanma ve umut dönemiydi. Biz, kayıtsız şartsız Rusya’ya yönelmiş durumdaydık. Herhangi bir gerekçe yokken zafer havasına kapılmıştık; sadakatimiz, çalışmalarımız ve yardımlarımız karşılığında Çar Hükümetinin (Güney Kafkasya Ermenistanı ile Türkiye’nin Ermeni eyaletlerinden oluşan) Ermenistan’ın bağımsızlığını bize armağan edeceğinden emindik. Aklımız dumanlanmıştı. Biz kendi isteklerimizi başkalarına mal ederek, sorumsuz kişilerin boş sözlerine büyük önem vererek ve kendimize yaptığımız hipnozun etkisiyle, gerçekleri anlayamadık ve hayallere kapıldık.”

Kaçaznuni, sözlerinin devamında Osmanlı hükümetinin bu durum karşısında tehcir kararı almak zorunda kaldığını söylemiş ve sözlerine şöyle devam etmiştir: “Türkler ne yaptıklarını biliyorlardı ve bugün pişmanlık duymalarını gerektirecek bir husus bulunmamaktadır; sonradan da anlaşıldığı üzere, Türkiye’de Ermeni meselesinin temelli çözümü açısından bu yöntem en kesin ve en uygun yöntemdi.” (Bkz. Ovannes Kaçznuni. “Taşnak Partisi’nin Yapacağı bir Şey Yok”. Kaynak Yay. s. 34)

(Devam edecek)