Önceki yazımızda Trump’ın yeni döneminde “yeni bir cepheleşme”nin gündeme gelebileceğini, bunun bir ayağını, Trump’ın ve onun müttefiki Musk gibi küresel “baronların” Avrupa’daki aşırı sağcı partilerle ittifakından oluşacağını...

Ortadoğu’daki ayağını ise İsrail’in oluşturacağını söylemiş...

Bu noktada en çok merak edilen sorunun bu gelişmeleri memnuniyetle izleyen Putin’in takınacağı tutum olduğunu, eğer Trump Ukrayna’da savaşı bitirir ve Rusya ile uzlaşırsa, üçüncü bir ayağın, Orta Asya’dan Kuzey Kore’ye ve Çeçenistan gibi Kafkas ülkelerine kadar uzanabileceğini sözlerimize eklemiştik.

***

Bu senaryo en çok Çin’i ve İngiltere, Fransa, Almanya gibi Batı Avrupa ülkelerini endişelendirmektedir...

Ama asıl endişelenmesi gerekenler böyle bir durumda yakın zamana kadar Rusya ve Çin gibi ülkelerle yakınlaşarak BRICS’in etrafında toplanan ve bu sayede ABD emperyalizminin saldırılarına karşı direnme imkanı bulan “gelişmekte olan” ülkelerdir...

Çünkü “gelişmiş” ülkeler her zaman bir çıkış yolu bulabilir, ama ekonomisi zayıf, siyasi iktidarları güçsüz ülkeler zorbaca yöntemlerle Amerika’yı tekrar “büyük” yapmayı kafasına koymuş Trump gibi bir “vahşi kapitalist” karşısında tek başlarına direnemezler.

***

Trump, Biden döneminde askeri stratejik gerekçelerle “bol keseden” para, silah ve vaatlerle beslenen Ukrayna’ya verilecek her kuruşu boşa harcanmış para olarak görmekte...

Buna karşılık Panama Kanalına, Kanada’nın bizzat kendisine, yanmış yıkılmış Gazze’ye, Danimarka’nın bir parçası olan Grönland’a harcanacak paraları kârlı yatırımlar olarak değerlendirmektedir...

Bu arada kendileri tarafından savaşa sürüklenerek yanmış yıkılmış olan Ukrayna’ya harcanan paraların karşılığını da bu ülkenin yer altı ve yer üstü zenginliklerine el koyarak tahsil etmeyi planlamaktadır.

***

Trump’ın yönetim kadrosunu oluşturanların büyük bir bölümünün Türkiye ile ilgili düşüncelerinin pek “hayırlı” olmadığı bilinmektedir...

Geçmişte Trump’ın bir papazın cezaevinden çıkarılmasını isterken bile nasıl küstah bir dil kullandığı hatırlardadır...

Trump’ın lügatında “dostluk”, “siyasal nezaket kuralları”, “uluslararası diplomasinin incelikleri” gibi kavramlar yer almamaktadır.

***

Türkiye ile ABD arasında önümüzdeki dönemde sorun yaratabilecek üç “dikenli” konu vardır...

Bunlardan birincisi Suriye’nin devlet yapısının önümüzdeki dönemde nasıl şekilleneceğidir...

İkincisi, Suriye’de oluşan PKK/PYD bölgesinin geleceğidir...

Üçüncüsü ise  ise Gazze sorunudur.

***

Trump’ın Suriye’de Biden döneminde “can havliyle” iktidara getirilen HTŞ ve onun lideri Ahmed Eş-Şara (Golani) ile ilgili planı halen bilinmemektedir...

Ancak koltuğa oturmasının hemen akabinde ABD’nin kendisi tarafından gerçekleştirilmiş bu hamleyi üstlenmeyerek Suriye’de iktidarı “Erdoğan’ın adamlarının” değiştirdiğini söylemesi hayra yorulmamalıdır...

Bu durumda insanın aklına hemen kendi çıkarına olan her şeyi sahiplenen Trump’ın halen ABD tarafından yaratılmasına rağmen on milyon dolarlık mükafat karşılığı aranır görünen bir “teröristi” neden Türkiye’nin kucağına ittiği sorusu takılmaktadır.

***

Bu üç sorun aslında bir zincirin halkaları gibidir...

Trump ve Netanyahu’nun Ortadoğu’yu yeniden şekillendirme planının özü, cehenneme çevirdikleri Gazze’nin bir biçimde Filistin toprağı olmaktan çıkarılarak küresel sermayenin ve İsrail siyonizminin “cennetine” dönüştürülmesi...

Suriye’nin kuzeyinde Şam’dan fiilen bağımsız olacak, İsrail’in kuzeye yayılmasında bir üs noktası olarak kullanılacak, aynı zamanda sahip çıktıkları toprakların petrolünden ABD enerji şirketlerini nemalandıracak bir “kukla devlet”in yaratılması...

Ve fiilen kendileri tarafından HTŞ’nin başına getirilmiş “Şam Emiri”nin geçmişte işlediği gelecekte işleyeceği tüm suçların zamanı geldiğinde üstüne yıkılacağı bir “günah keçisi” aranmasıdır.

***

Bu üç amacın da Türkiye’nin çıkarlarına ters düştüğü açıkça ortadadır...

Nitekim Türkiye Dışişleri Bakanı’nın ağzından Gazze’nin boşaltılmasına karşı çıkacağını...

Suriye’de bir “PKK/PYD devleti” kurulmasına izin vermeyeceğini açıklamış bulunmaktadır...

Ancak Hama-Humus sınırını geçinceye kadar Türkiye’nin de terörist olarak nitelediği Ahmet Eş-Şara’ya sahip çıkılması “ihtiyatsız” bir tutum olmuştur. Geçmişte  ABD’nin kendisinin kurduğu ve desteklediği IŞİD’in suçları ortaya dökülünce nasıl geriye çekildiği ve o zamanki ABD Başkan Yardımcısı Biden’ın bu işin sorumluluğunu nasıl Türkiye’nin üzerine yıkmaya çalıştığı herkesin malumudur.

***

Trump’ın salvoları elbette yabana atılamaz; çünkü ABD hâlâ dünyanın en güçlü ülkesidir...

Ancak bugüne kadar bir “kanal devleti” olan Panama’dan ABD’nin ezeli yol arkadaşı Kanada’ya ve Kuzey Denizinin ortasındaki Grönland halkından yakılıp yıkılmış Gazze halkına kadar kimse bu tehditler karşısında boyun eğmemiştir...

Eğer dünya ülkeleri ve halkları birleşir ve direnmeye devam ederlerse, Trump ve Netanyahu dünyanın babalarının çiftliği olmadığını kısa zamanda anlayacaklardır. Ve o zaman dünyanın geleceği konusundaki umutlar yeniden canlanacaktır.

(Bitti)