Önceki yazımızda, Rusya’yı hedef olarak seçen ve Batı Avrupa’nın Sosyal Demokrat/Hıristiyan Demokrat elitleri ile işbirliğini geliştiren Joe Biden-Kamala Harris siyasal kliğinin aksine MAGA (Make America Great Again) sloganı etrafında toplanan ve Çin’i “baş düşman” seçmiş bulunan Trump ekibinin Çin’i “baş düşman” ilan ettiğini...
Putin yönetimindeki Rusya’nın ise Ukrayna savaşını kendi lehine sonuçlandıracağını düşündüğü bu gelişmeleri memnuniyetle izlediğini...
Dolayısıyla Trump’ın başkanlığı döneminde uluslararası cepheleşmelerin yeniden şekillenmesi olanağının doğduğunu söylemiştik.
***
Elbette burada “yeniden cepheleşme” kavramını NATO ve AB gibi geçmişi 70-80 yıla uzanan organizasyonların dağılması anlamında kullanmıyoruz...
Ancak Trump’ın başkanlığı döneminde ABD ile bu organizasyonlar arasında ciddi çatlaklar doğabileceğini, “taktik” ittifakların Rusya karşıtlığından çok Çin karşıtlığı üzerinden kurulabileceğini, bunun da en çok Biden döneminde “baş düşman” olarak ilan edilen Rusya’nın işine yarayabileceğini düşünüyoruz...
Trump’ın ‘cephesinde’ kimler müttefik olarak yer alacak?” derseniz...
İlk bakışta “müttefik” denilemese de Putin’i Trump’ın başkanlığından memnun olanlar listesinin başına koyabiliriz.
***
Bu yeni yönelişin bir diğer özelliği de şudur:
Biden döneminde, ekonomik yaptırımlar en ağır bir biçimde uygulansa da hedef tahtasına konulan Rusya’ya karşı askeri yöntemlere ağırlık verilmişti...
Ancak Çin ile ittifak ve bu ittifakın çevresinde genişleyen BRICS ve Şanghay İşbirliği Örgütü gibi uluslararası ekonomik ve siyasi örgütlenmeler sayesinde Rusya, el konulan kaynaklarına, bombalanan petrol hatlarına ve sınırlanan küresel ticari ilişkilerine rağmen ekonomik gelişmesini sürdürebilmiş, askeri yönden de Batı Bloku destekli Ukrayna’ya üstünlük sağlayabilmişti.
***
Bu gerilim ilginç bir biçimde Türkiye’nin de işine yaramıştı...
Obama döneminde Suriye üzerinden Rusya ile çatışma noktasına kadar sürüklenmiş olan Türkiye, bu süreçte ABD ve NATO müttefikleri tarafından yalnız bırakılınca ani bir dönüşle Rusya ile iyi ilişkiler kurmaya yönelmişti. Bunun sonucunda Ukrayna savaşı dolayısıyla Rusya’ya uygulanan yaptırımlara katılmamış, bu süreçte uyguladığı “denge siyaseti” aracılığıyla hareket alanını genişletmişti...
Rusya da “Batı cephesinde açılan bu gediği koruyabilmek için Türkiye’ye ekonomik alanda büyük tavizler vermişti.
***
ABD’nin NATO müttefikleri ve AB üyesi ülkeler ise Ukrayna savaşından Ukrayna’dan sonra en büyük zararı gören ülkeler arasında yer almışlardır...
Bu ülkelerde ABD’nin kanatları altında yaşamaya alışmış sosyal demokratlardan Hıristiyan muhafazakarlara kadar uzanan “düzen partileri” ABD politikalarına angaje olmuşlar, bu nedenle ülkelerini çok büyük ekonomik zararlara uğratmışlar...
Bu zararlar, savunma sanayi stoklarının tükenmesine bombalanan Rus petrol ve doğal gaz hatları nedeniyle ABD’nin pahalı petrol ve kaya gazına büyük meblağlar ödemelerine, artan enflasyon nedeniyle işçi ve çiftçilerin isyan etmelerine, geleneksel partilerin büyük oy kayıplarına uğramalarına, Almanya, Fransa, İngiltere gibi Avrupa’nın en “istikrarlı” ülkelerinin hükümet buhranlarıyla sarsılmalarına yol açmıştır...
Bu süreçte Polonya ve Baltık ülkeleri gibi tarihsel olarak Ukrayna ile “akraba” olan ve Rus düşmanlığını “milli” bir politika olarak benimseyen birkaç ülke dışında, hemen tüm Avrupa ülkelerinde AB ve ABD’nin yanı sıra kendi ülkelerindeki düzen partilerine muhalif partiler ve örgütler güçlenmiş, bunlar ciddi iktidar alternatifleri haline gelmişlerdir.
***
Sözünü ettiğimiz “yeni cepheleşme”nin bir ayağı, Trump’ın ve onun müttefiki Musk gibi küresel “baronların” Avrupa’daki bu partilerle ittifakından oluşmaktadır...
Ortadoğu’daki diğer ayağı ise İsrail’dir...
Bu noktada en çok merak edilen soru ise bu gelişmeleri memnuniyetle izleyen Putin’in takınacağı tutumdur... Eğer Trump Ukrayna’da savaşı bitirir ve Rusya ile uzlaşırsa, üçüncü bir ayak, Orta Asya’ya ve oradan Kuzey Kore ve Çeçenistan gibi ülkelere kadar uzanabilir.
***
Bu durumda gündeme gelecek olan soru, Rusya-Çin ittifakının bu ortamdan nasıl etkileneceğidir...
Bu sorunun cevabını bulmak ise hiç de kolay değildir....
Çünkü malum olduğu üzere devletler arası ilişkilerde “dostluk, ideolojik yakınlık” ve benzeri “hissi” ilişkiler değil menfaatler belirleyicidir.
(Devam edecek)