Önceki yazımızda 1980’li ve 90’lı yıllarda yaşadığı “büyük bunalımın” ardından “sol eğilimli” siyasi hareketlerin önemli bir bölümünün “anti-emperyalist”, “anti-kapitalist” veya “reformcu” tutumlarını terk etmeleri, Batı demokrasisini “ikonlaştırmaları” ve “uluslararası sağ akımların babası” olarak nitelenebilecek ABD ve Batı Avrupa’nın neo-liberal ideologlarının peşine takılmaları üzerinde durmuş...

Pusulasını yitiren “sol akımların” “ulusal” ve “toplumsal” değerlerden koparak “ayrılıkçı etnik hareketlerin”, “anarko-liberal düşünürlerin”, “çevreciliğin” ya da LGBT gibi akımların peşine takıldıklarını söylemiştik...

Bu durumun “sağcı” ve “gerici” akımlara büyük olanaklar sunduğunu, “sol”un sahip çıkmayı reddettiği ulusal değerleri kullanan “sağcı” akımların “anti-emperyalist ve anti-kapitalist” söylem ve sloganlar” kullanarak kitleleri “avladığını” sözlerimize eklemiştik.

***

İşin ilginç tarafı, söz konusu süreç, bir noktadan sonra yalnızca Avrupa ülkelerini değil küreselleşme akımının başını çeken ABD’nin kendisini de etkisi altına almış bulunmaktadır...

ABD’de yaşanan olayın Avrupa’da yaşananlardan farkı, Avrupa’daki “yeni-sağ” akımların toplumsal eşitsizlik ve gelir dağılımındaki farklılıkları kullanarak güçlenmesi, ABD’deki tepkinin ise (küresel liderliğinin de etkisiyle) “Amerika’yı yeniden büyük yapmak” yani “yeniden dünyanın tek efendisi olmak” söylemini kullanmasıdır...

Trump’ın başkanlığı yeniden kazanmasında en büyük rolü “kitle avcılığının” bir başka versiyonu olan bu söylem oynamıştır.

***

Aralarındaki bu tür farklılıklara rağmen ABD’de iktidara gelen Trump ekibiyle Ukrayna savaşı sırasında yapılan harcamalar ve Rusya’ya karşı uygulanan yaptırımlardan olumsuz etkilenen Almanya’da güçlenen “yeni-sağ” çizgideki AfD arasında bir ittifak kurulmuş görünmektedir...

İlk ifadesini Trump’ın “akıl hocası” Elon Musk’ın söylemlerinde bulan bu ittifak kısa zamanda Avrupa’nın düzen partileriyle Trump yönetimi arasında önemli bir çatlak yaratmıştır...

Bu çatlağın önümüzdeki dönemde genişleyeceği ve NATO içindeki ABD-Avrupa çelişkisini keskinleştireceği görülmektedir.

***

Sözünü ettiğimiz gerilim, en açık bir biçimde ABD Başkan Yardımcısı JD Vance’in, Almanya'daki seçimlerden dokuz gün önce Münih'te yapılan Güvenlik Konferansı sırasında yaptığı açıklama ile açığa çıkmıştır. Bilindiği gibi Avrupalı “sosyal demokrat”, “Hristiyan demokrat” ve “Yeşiller” gibi düzen partilerinin liderleri Almanya ve Fransa gibi ülkelerde hızla gelişen “aşırı sağ” akımların görüşlerini “demokrasi karşıtı” olarak nitelemekte ve bu görüşlere karşı bir "güvenlik duvarı" inşa etme girişimi başlatmış bulunmaktadır. Almanya için Alternatif (AfD) partisi bu “güvenlik duvarının” hedef aldığı partilerin başında yer almaktadır...

Vance, konferansa katılmak için geldiği Almanya’da Başbakanı Scholz ile görüşmeyi reddederken AfD’nin “aşırı sağcı” olarak tanımlanan lideri Alice Weidel ile bir görüşme yapmıştır. Bu görüşme sonrasında “güvenlik duvarı” girişimini eleştirmiş, AfD konusundaki endişelerini dile getiren Avrupalı müttefiklerini "yanlış bilgilendirme ve dezenformasyon gibi çirkin Sovyet dönemi kelimelerinin arkasına saklanmak” ve “alternatif bir bakış açısına sahip olanlardan hoşlanmayan eski yerleşik çıkarların temsilcileri olmak”la suçlamıştır.

***

Vance’in konuşması, anında Alman Savunma Bakanı Boris Pistorius’un tepkisine yol açmış, Pistorius,  Vance’in sözleri için"Bu kabul edilemez; benim içinde yaşadığım ve şu anda kampanyasını yürüttüğüm Avrupa ve demokrasi bu değil." demiştir...

Almanya Başbakanı Olaf Scholz da Vance'ın sözlerini açıkça reddettiğini açıklamış ve "Almanya'daki demokratik partilerin Nasyonal Sosyalizm deneyiminden yola çıkarak ortak bir kanısı var: Bu, aşırı sağ partilere karşı bir güvenlik duvarıdır." ifadesini kullanmıştır...

Ortaya çıkan gerilim, ABD Başkanı Trump’ın NATO üyesi Danimarka’nın bir parçasını oluşturan Grönland’ı satın almak istemesi ve Ukrayna’daki savaşı sonlandırmak için Putin ile bir telefon görüşmesi yapması üzerine daha da artmıştır.

***

İşin ilginç tarafı, AfD bir yandan da Avrupa’nın ABD’nin “dümen suyunda” hareket etmeye zorlanmasına tepki duymaktadır..

AfD Eş Başkanı Tino Chrupalla, 17 Aralık 2024’te Die Welt gazetesine yaptığı açıklamada, 'ABD liderliğindeki askeri blokun Avrupa’yı ABD’nin çıkarları doğrultusunda hareket etmeye zorlamasını eleştirmiş ve “NATO üyeliğinin bizim için yararlı olup olmadığını sormamız gerekiyor” demişti. Aynı açıklamada, Chrupalla, NATO’nun Rusya’ya karşı tutumunu da eleştirmiş, “Bu savunma topluluğu, Rusya'nın çıkarları da dahil olmak üzere tüm Avrupa ülkelerinin çıkarlarını kabul etmeli ve bunlara saygı duymalıdır.” ifadesini kullanmıştı...

Öyle görünüyor ki, yapılacak seçimleri “düzen partileri” kazansa bile Avrupa’da kurulan “düzen” ve onun koruma aygıtı NATO içindeki çatlaklar kolay kolay onarılamayacak, ABD ile Almanya ve Avrupa arasındaki ilişkiler eskisi gibi olmayacaktır.

(Devam edecek)