Rüştü Onur, kendisi gibi kötü kader sahibi iki arkadaşı Muzaffer Tayyip Uslu ve Kemal Uluser’le birlikte Zonguldak'ın, 40’lı yıllara doğru yetiştirdiği üç büyük yetenekten biriydi. Ne ki, üçü de arka arkaya öldüler. Öldüler ama, arkalarında şiirler, yazılar, mektuplar bıraktılar. Birer sanatçı olarak öldüler. Unutmadık onları, unutmayacağız da...
Yaşarken: “Şiir varsa, ben varım” diyordu, Rüştü Onur. Bugün O, gerçekten de şiirleriyle var; var olacak da... Çünkü, kısacık ömründe şiirle yaşadı hep. Zaten şiirle doğmuş, şiirle de ölmüştü. Bu tutkusu Onu, yaşamı boyunca hep mes’ut kılmıştı...
Devrek’te doğmuştu. Zonguldak’ta yaşadı. İkinci Makas'ta, Çingeneler arasında gerçek yaşamı buldu. Mektuplar yazmıştı isteyene, bir dörtyol ağzında oturup. Oktay Rıfat’ı orda tanımış, Necati Cumalı ve Salâh Birsel’le mektuplaşmıştı. Çelikel Lisesi’nde, öğrencilik etmişti Necatigil’e...
“Ben ölecek adam değilim Salâh” demesine, yaşamak ve yaşadığınca mutlu olmak için elinden geleni yapmasına karşın, kaderine yenildi.” Alnının yazısıydı yaşamak.” Ne ki, “içinde, dışında talihsiz aşında, kuru başında ve genç yaşındaydı ölüm... Oysa, koklayamadığı çiçekler, tadamadığı meyveler, gezemediği şehirler vardı. Renklerle sesleri ördü mevsimler; bir Kuşluk Vakti, İstanbul’a düştü yolu. 229 Yüzüm Bana Benzer Şair Leyla sokağında oturdu. Sebze sattılar, bir tabla başında karısı Mediha’yla; şiirler yazdı durmaz. Bir gün, ansızın gidiverince dal gibi karısı, yabani otlarla dolu bahçesi; zehir oldu içine akan yaşlar...
Ciğerlerinden çok fazla kan geldiği gün, yıl 1942 ve Aralık’ın ikisiydi. 1920’de, ölümle Devrek’te tutuştuğu Lades'e yenildi ve daha 22 yaşındayken, İstanbul’da yaşamını yitirdi.
Sessiz, sevecen, uzunca boylu, esmer, yağız yüzlü bir delikanlıydı Rüştü Onur. Hiç sınır çizmedi sevgisine. Olabildiğince sundu insanlara. Mevsimleri, kuşları, dalları, ağaçları, çiçekleri, akşamları, bulutları, şarkıları, acıları, umutları güzelledi dizelerinde. Ne ki, tuttuğu her kapının kulpu elinde kalmış, güvendiği dağlara kar yağmıştı. Ne evi olmuştu ne bahçesi ne de Okyanus’ta bir kayığı. Çıplak doğurmuştu anası, çıplak gitmişti Ortaköy’deki gömütüne.
Dallarda kuşu ötmedi. Akşam, bacası tütmedi... Şiir yazdığı için anası bile bakmadı yüzüne... Kimden sual ettiyse halini, güldüler. Yağmurlu gecelerde, uykusuz dolaştı sokaklarda mızıka çalarak. Resim çizdi bulutlara...
Susamazdı öyle ölüler gibi bu güzel dünya ortasında: Şiirler yazdı... Memnuniyetindendi sebepsiz gülüşleri caddelerde. Zarar gelmedi ondan, kovanındaki Arı’ya, yuvasındaki Kuş’a... Kendi halinde yaşayıp gitti, şapkasının altında... Bir şiirinde şöyle diyordu: “Bir hastalıktan sonra / Mektup yazdım eşe dosta / ve yıldırım telgraf çektim yâre / Neler olmuş Rabbim neler / Ben tüberkülozdan yatarken hastanede / Dostlar unutmuş adımı”. Dostları hiç unutmadı Onu, unutmayacaklar da...
230 Yüzüm Bana Benzer Ölümünden bu yana 50 yıl geçti: Yaşasaydı, 72 yaşında olacaktı. Bugüne kadar unutulmadıysa Rüştü Onur, bunu, şiirlerine, insanlık için çarpan o soylu yüreğine ve değerbilir dostlarına borçludur...
Şairler, yazarlar, sanatçılar, doğdukları şehirlerle özdeştirler. Rüştü Onur da Devrekli şair olarak bilinir. Bu nedenle de Rüştü Onur’u yaşatmak, Devrekli’nin boynunun borcudur. Çünkü şehirler, böylesi güzel insanlarla güzelleşti; güzeldir...
HÜLÂSA
Ben ölsem be anacığım
Nem var ki sana kalacak
Ceketimi kasap alacak,
Pardesümü bakkal
Borcuma mahsuben...
Ya aşklarım
Ya şiirlerim n’olacak
Ya sen ele güne karşı
Nasıl bakacaksın insan yüzüne.
Hülâsa anacığım
Ne ambarda darım
Ne evde karım var.
Çıplak doğurdun beni
Çıplak gideceğim...