Dünkü yazımızda ABD'nin yirminci yüzyılın başlarından itibaren Venezuela petrollerini denetimi altına almak için verdiği mücadeleden söz etmiş...
1908 yılında tedavi olmak için Fransa'da bulunan meşru devlet başkanı Cypriano Castro'nun ülkesine dönmesi engellenerek okuma yazma bilmeyen 'kukla' bir milis askerinin 'general' sıfatıyla ülkenin başına geçirilmesini anlatmış...
Ve bu olayda ABD'nin en büyük 'suç ortağı'nın Fransa olduğunu söylemiştik.
***
Dün Avrupa Parlamentosu, 'ABD kuklası' Guaido'yu devlet başkanı olarak tanıyan' bir tasarıyı 104'e karşı 439 oyla kabul etti...
Bu olay, aradan yüzyılı aşkın bir süre geçse de ABD ve Fransa gibi ülkelerin temel politikalarının değişmediğini bir kez daha ortaya koydu...
Venezuela'da yaklaşık bir ay önce başkanlık seçimlerinin yapılmış olması, Maduro'nun bu seçimleri kazanması, Guaido'nun ve ortaklarının bu seçimlere girmeye cesaret edememesi... Bunların hiçbiri bu akıl almaz kararı değiştirmedi ve değiştiremezdi.
***
Yüz yıl önce emperyalist Fransa Hükümeti, Avrupa demokrasisinin beşiğine tedavi olmak için gelmiş olan bir devlet başkanını 'demokrasi' adına fiilen tutuklayarak nasıl bir 'hukuk cinayeti'ne ortak olduysa...
Günümüzün Avrupa Parlamentosu da, seçimlerle oluşmuş meşru bir hükümeti yok sayan ABD'nin kışkırtmasıyla 'türedi' bir petrol zenginini devlet başkanı olarak kabul etmekle aynı suçu işledi...
Böylece, 'emperyalizm', ana karakterinin değişmediğini ve değişmeyeceğini bir kere daha göstermiş oldu.
***
Ancak iki olay arasında şöyle bir fark olduğunu da görmek gerekiyor...
Yüz yıl önce Cypriano Castro, Fransız hükümetine güvenerek büyük bir hata işlemiş ve kendi ayaklarıyla bu ülkeye giderek bir anlamda teslim olmuştu...
Günümüzde Venezuela'yı yöneten Maduro ise ülkesini savunmak için kararlı bir biçimde meydan okuyor.
***
Bir diğer fark da günümüz dünyasının yirminci yüzyıl başındaki dünyadan oldukça farklı olması...
O zamanlar, dünya bir kaç emperyalist devlet tarafından paylaşılmıştı...
Sisteme karşı çıkan her ülkeye boyun eğdirilebiliyordu.
***
Günümüzde ise ABD başkanlığındaki küresel emperyalist sistem giderek gücünü kaybediyor...
Oysa bundan yaklaşık 20-30 yıl önce durum böyle değildi... Sovyetler Birliği dağılmış, Doğu Bloku parçalanmış ve Çin gibi dev bir sosyalist ülke ABD'nin yönettiği küresel sisteme tabi olmuştu...
O küresel sistem, şimdilerde yerini adım adım 'çok kutuplu bir dünya'ya bırakıyor.
***
Tabii ki tarih tekerrür etmiyor... O dönemle bu dönem arasında bir çok fark var...
Ancak şurası bir gerçek: İçine girdiğimiz dönem, artık ABD ve onunla birlikte hareket eden Batılı emperyalist ülkelerin istediklerini iktidara getirip istediklerini götürdükleri bir dönem olmaktan çıkıyor...
Rusya'nın ve İran'ın siyasal direnişi, Suriye müdahalesinin başarısızlığa uğraması, Çin'in ekonomik olarak ABD'ye meydan okumaya devam etmesi bu durumun en açık kanıtları olarak ortada duruyor.
***
Bir kaç gün önce yayınlanan ABD Kara Kuvvetleri tarafından hazırlanmış 'Irak Savaşı Raporu' da bu gerileme sürecini kabul ediyor...
1300 sayfalık raporun sonunda 'Bu proje (Irak'a müdahale) 2018'de tamamlandığında cesaretlenmiş ve yayılmacı bir İran tek kazanan olarak görünüyor.' ifadesine yer veriliyor...
Ardından ABD ordusunun Irak'tan çıkardığı dersle bundan sonra hiçbir ülkeyi büyük bir kara gücüyle işgal etmeye kalkışamayacağı saptaması yapılıyor.
***
Raporda kullanılan şu ifade de oldukça ilginç:
'Demokrasi her zaman istikrar getirmez. ABD'li komutanlar 2005 Irak seçimlerinin sakinleştirici bir etkisi olacağına inanıyorlardı ancak bu seçimler tam tersine etnik ve mezhepsel gerilimleri arttırmış bulunuyor.'
Üç yıl önce hazırlanan ama tam da 'demokrasi' adına Venezuela'nın işgal planları yapıldığı bir dönemde açıklanan raporda böyle bir ifadenin yer almış olması, ABD yönetimi içinde nasıl bir kafa karışıklığının hüküm sürdüğünü çok iyi ortaya koyuyor...
Sonuç olarak, ABD'nin 'Venezuela macerası', Maduro'dan önce Chavez'e yapılan darbe gibi başarısızlığa uğrar ve ters teperse hiç şaşırmamak lazım.