"Ticaret savaşının altında ne yatıyor?" başlıklı dünkü yazımızın sonunda ABD'nin son dönemde yaşadığı siyasi çalkantıların üzerinde durmuş ve bu çalkantıların ülkenin içine girdiği gerileme sürecini durdurmak için kimle beraber ve kime karşı olacağı konusunda yaşanan stratejik belirsizlikten kaynaklandığını söylemiştik...
Ardından, "ABD egemen çevrelerinde bir kesim oklarını Çin'e yöneltirken, başka bir kesim 'geleneksel düşman' olan Rusya'nın hedef alınmasını savunuyor" demiştik...
Bugün bu konu üzerinde duracağız.
***
Öncelikle şunu belirtelim: Dünya egemenliğini elinde bulunduran bir devletin başka büyük devletler karşısında ekonomik üstünlüğünü kaybetme sürecine girmesi durumunda, bir yandan ekonomisini savunma önlemlerini artırırken diğer yandan daha fazla siyasal ve askeri güç kullanması birbiri ile çelişmez...
Aksine bu iki tutum birbirini destekler...
ABD, günümüzde dünyanın en büyük askeri gücüne sahiptir... Ve bu askeri gücü desteklemek için oluşturduğu silah sanayii ülke ekonomisinin can damarlarından birini oluşturmaktadır...
Bu durumda, doğal olarak "küresel" ekonomik çıkarlarını "savunmak" için bu askeri gücü sonuna kadar kullanacak, bu süreçte yalnızca siyasi çıkar elde etmekle kalmayıp silah sanayiini de güçlendirecektir.
***
ABD'nin egemen çevreleri bu konuda hemfikirdir...
Ancak konu "jeostratejik" önceliklere geldiği zaman görüş ayrılıkları ortaya çıkmaktadır...
Günümüzde bu görüş ayrılıklarının odak noktası askeri gücün temel hedefinin kim olacağıdır.
***
Trump, seçim kampanyası döneminde çok net bir tercih ortaya koymuştu:
Rusya ile ilişkileri yumuşatacak, askeri ve ekonomik çabalarını Çin'in güçlenmesini engellemek için kullanacaktı...
Bu politika, doğal olarak Ortadoğu'da Suriye savaşına Rusya ile ortak bir çözüm bulunmasını ve küresel bilek güreşinin odak noktasının Pasifik bölgesine kaydırılmasını gerektiriyordu.
***
Hillary Clinton'u destekleyen ABD egemen çevrelerinin ve Pentagon'un tercihi ise farklıydı...
Bu kesimler önümüzdeki dönemde esas ağırlığın Avrasya cephesine ve Ortadoğu'ya verilmesinden yanaydı...
Bunun anlamı Doğu Avrupa ülkeleri üzerinden Rusya'nın "karantina altına alınması" ve Esad rejimine karşı mücadelenin yoğunlaştırılması ile Suriye'deki Rus etkisinin kırılmasıydı.
***
Bu nedenle, Rusya'nın Hillary Clinton'un şifreli e-maillerini ele geçirerek seçim kampanyasında kullanması için Trump'ın kurmaylarına verdiği iddiaları doğru olsun olmasın, Rusya'nın tercihi Clinton değil Trump olmuştu...
Bu gerçek, o dönemde Rusya lideri Vladimir Putin’in özel temsilcisi olarak bilinen Alexander Dugin tarafından açıkça dile getirilmişti...
Dugin, Trump'ın zaferi üzerine yaptığı bir açıklamada Hillary Clinton’ın global elitleri temsil ettiğini savunmuş, Trump’ın Başkan seçilmesiyle ABD’nin Ortadoğu politikasının değişeceğini iddia etmiş, ve "Trump’ın başkanlığıyla Rusya, Türkiye ve Avrasya halkları zafer kazandı, liberalizm ise kaybetti." demişti.
***
Obama döneminde ABD, Kırım'ın ilhakı nedeniyle Rusya'ya karşı yaptırımlar uygulamaktaydı...
Trump, seçim kampanyası döneminde bu yaptırımlara karşı olduğunu ilan etmişti...
Trump'ın bu yönelişini destekleyen çevrelerin başında petrol şirketleri geliyordu...
Bunların başını ise ABD'nin en büyük petrol şirketlerinden biri olan EXXON Mobil çekiyordu...
EXXON'un CEO'su Tillerson, o dönemde bu yaptırımları ihlal ederek Rus petrol tekeli Rosneft ile anlaşmalar yapmış ve bunun karşılığında şirket, 2017 yılında ABD Maliyesi tarafından yüklü bir para cezasına çarptırılmıştı...
Putin ise Tillerson'a Dostluk Nişanı vermişti...
İşte bu koşullarda Donald Trump, Tillerson'ı Dışişleri Bakanlığına getirmiş ve bu vesileyle yaptığı açıklamada Tillerson için "Azmi, deneyimi ve jeopolitik dengelere yönelik derin anlayışı, kendisini Dışişleri Bakanlığı için mükemmel bir tercih haline getiriyor" ifadesini kullanmıştı.
***
Bu konuya devam edeceğiz.
Tillerson görevden neden alındı... (I)
Ertan GÜNÇiNER
Yorumlar