Önceki yazımızda İsrail’in vadedilmiş topraklarda hakimiyet tesis etmesini “üç bin yıllık bir masal” olarak tanımlayanlara ya da “İsrail’in Türkiye’ye saldırısının olası olmadığını” iddia edenlere cevap verirken İsrail’in arz-ı mevud özlemi ile ABD’nin Ortadoğu’da PKK’yı kullanarak yeni bir uydu devlet yaratma politikasının birbirinden koparılamayacağını söylemiş...
Yahudi mitolojisindeki “vadedilmiş topraklar” ve “Armageddon savaşı” gibi efsanelerin yalnız İsrail’de değil ABD’de de egemen ideolojinin (Evangelizmin) ayrılmaz bir parçası haline geldiğini hatırlatmıştık...
Ardından İsrailli tarihçi, yazar ve akademisyen Yuval Noah Harari’nin Washington Post’ta yayınlanan son makalesinde yaptığı “Ürdün’den Akdeniz’e tüm toprakları isteyen bir Netanyahu var” uyarısını aktarmıştık.
***
“Sapiens", "Homo Deus: Yarının Kısa Bir Tarihi" ve “21. Yüzyıl İçin 21 Ders" gibi popüler bilim kitaplarıyla tanınan Harari’nin kendisi de aslında bir tür “siyonist”tir...
Ancak onun siyonizm anlayışı Netanyahu gibi dinci-faşist siyonistlerin anlayışından farklı olarak Yahudilerin bir ulus oluşturduğu, bu nedenle yalnızca bireysel insan haklarına değil aynı zamanda, ulusal kendi kaderini tayin hakkına da sahip olduğu fikrine dayanmaktadır.
***
Bu tartışma küresel eğilimlerin değişimi sürecinde BM kararlarına da yansımış ve farklı kararların alınmasına neden olmuştur...
Örneğin, 1960’lı yılların sonları ile 1970’li yılların başlarında Sina Yarımadasının, Golan tepelerinin, Gazze Şeridinin ve Batı Şeria topraklarının İsrail tarafından gasp edilerek buralarda yaşayan Filistinlilerin büyük bir bölümünün sürgüne yollanması üzerine BM Genel Kurulu 1975 yılında siyonizmin “ırkçılık” olduğunu kabul eden bir karar almış...
Dönemin İsrail Cumhurbaşkanı Hayim Herzog “Yahudi halkı için bu karar sadece bir kağıt parçasından ibarettir" diyerek karar metnini yırtıp atmıştı.
***
1990 yılında Sovyetler Birliği ve Doğu Blokunun yıkılmasının ardından “ırkçı-dinci siyonizm” yeniden gelişme ortamı buldu. O dönemden başlayarak Netanyahu, Doğu Avrupa’dan ABD’ye kadar uzanan Siyonist-Evangelist çevrelerde “Mesih’in gelişini hızlandıracak adam” olarak kabul gördü. Aynı dönemde ABD’nin küresel egemenliğinin güçlenmesine bağlı olarak BM’de alınan bir başka kararla “Siyonizm ırkçılıktır’ kararı yürürlükten kaldırıldı...
“Liberal (neo-liberal değil) bir düşünür” olan Harari ise Yahudileri dini bir topluluktan çok bir ulus olarak görmekte ve “Siyonist fikirdeki hiçbir şeyin Filistinlilerin birey olarak insan haklarına Filistin ulusunun da bir devlete sahip olma hakkını reddetmediği” görüşünü savunmaktadır.
***
Bunları anlatmamızın nedeni hem dünyada hem de İsrail’de siyonizm konusunda farklı görüşlerin varlığına dikkat çekmek ve “toptancı” anlayışlardan kaçınmanın önemini vurgulamaktır...
Harari gibi düşünenler son yıllarda Siyonizm içinde ortaya çıkan yeni bir eğilimi temsil etmektedir. Bu eğilim, Yahudilikten uzaklaşarak İsrailli kimliğine yönelmekte ve siyonizmin bu biçiminin Yahudi milliyetçiliğinden çok İsrail milliyetçiliği olarak tanımlanması gerektiğini düşünmektedir...
Bu düşünceyi desteklemek amacıyla 1992 yılında İsrail’de kurulan “Meretz Partisi kendisini “siyonist” olarak tanımlamakta, aynı zamanda laik ve sosyalist bir parti olduğunu iddia etmektedir. Ancak bu tür yaklaşımlar şu gerçeği değiştirmemektedir: “Liberal siyonistler” İsrail’de küçük bir azınlıktır; faşist-siyonizm ise ABD’nin de desteğiyle 20 yıldır İsrail politikalarını yönetmekte ve günümüzde tüm bölgeyi kana boğmaya devam etmektedir.
***
Harari de bu noktada gerçeklere dönerek “arz-mevudu günü geçmiş bir mitoloji”, Türkiye topraklarına emperyalizm ve siyonizm tarafından yöneltilen tehdidi ise “ekonomik krizi örtmek için bir bahane” olarak görenlerin tersine bir tutum takınmaktadır. Netanyahu hükümetinin felsefesinin “Arz-ı mevud” mitolojisine dayandığını, Netanyahu’nun politikasının “vadedilmiş toprakların tüm parçaları üzerinde münhasıran ve devredilmez bir hakka sahip olma” düşüncesini taşıdığını, bu girişimin “sadece bir proje değil halihazırda sahada bir gerçeklik olduğunu” söyleyerek dünyayı uyarmaktadır...
Harari, son olarak Netanyahu ve müttefiklerinin söz ve eylemlerini geçmişte “kendini üstün hissetmenin keyfi ve zayıfları ezmenin uğursuz zevki” uğruna iki bin yıl önce tüm bölgeyi kana boğan radikal Yahudi siyasal hareketi Zealotlar’a benzetmekte ve yazısına şu sözlerle son vermektedir:
“Eğer Yahudilerin öğrendiği şey gerçekten buysa, o zaman iki bin yıl boşa harcanmış demektir!"
***
Bu gerçekler TBMM’de yapılan kapalı toplantıda ne kadar dile getirildi bilmiyoruz, ama şu kadarını biliyoruz:
Gerçek ne kadar açık olursa olsun görmek istemeyenden daha kör kimse yoktur!