Son yazımızda AKP’nin son seçimleri kazanmasına karşın arkasındaki toplumsal desteği hızlı bir biçimde yitirdiğini...
Son zamların, yerel seçimler öncesinde parlamento ve cumhurbaşkanlığı seçimleri öncesinde izlenen “kesenin ağzını açma” politikasının uygulanamaz hale geldiğini...
Ancak karşısında alternatif politikalar üretebilecek bir muhalefet olmadığı için AKP’nin siyasal gücünü korumaya devam ettiğini söylemiştik.
***
Alternatifsizliği doğuran unsurların başında CHP’nin politikasını belirleyen yönetici kliğin 1980-1990 yıllarında oluşan küresel koşulların değişmekte olduğunu anlayamamış olması gelmektedir...
Bilindiği gibi o yıllardan yaklaşık 2010’lu yıllara kadar ABD ve onun şemsiyesi altındaki AB dünya üzerinde bir egemenlik kurmuşlar ve Birleşmiş Milletler başta olmak üzere uluslararası tüm kuruluşları denetimleri altına alarak kendi politikalarını diğer ülkelere empoze etmişlerdi...
Bu ülkeler arasında bir zamanlar dünyanın iki süper gücünden biri olan Sovyetler Birliği ve onun denetimindeki sosyalist ülkeler topluluğunun lideri Rusya da bulunmaktaydı.
***
Kısmen bu sistemin dışında kalan Çin de bu dönemde ABD ile kurduğu özel ticari ilişkilerin etkisiyle uluslararası alanda sessiz kalmayı yeğlemişti...
Bu koşullarda ABD’nin dünyayı yeniden şekillendirmeye yönelik saldırısı karşısında tek tek ülkeler direnememiş, Yugoslavya parçalanmış, Irak işgal edilmiş, Büyük Ortadoğu Projesi ve onun yavrusu olan Arap Baharı operasyonu ile dünyadaki tüm siyasal muhalefet odakları yok edilmiş ya da sindirilmişti...
Bu ortamdan Türkiye de nasibini almış, Amerikancı 12 Eylül darbesi sonrasında kurulan yeni siyasi partiler tümüyle ABD’nin güdümüne girmişlerdi.
***
12 Eylül darbesinin esas amacı, ülkedeki tüm siyasi partilerin kapatılarak dağıtılması, bu partilerin başındaki politikacıların politika yapmasının yasaklanması ve 12 Eylül rejiminin “ekonomisti” Turgut Özal’ın ülke ekonomisini yeniden şekillendirilmesi için “sahnenin” hazırlanmasıydı...
Bu süreçte tarihsel olarak 1930’lu yıllara kadar dayanan güçlü kamu sektörü parçalanarak yok edilecek ve ekonomi küresel şirketler ile onların yerli uzantılarının tam denetimine verilecekti...
Bu operasyon, daha sonra ülkenin yönetimine gelen Tansu Çiller ve Mesut Yılmaz gibi “merkez sağ” çizgideki politikacılar tarafından da devam ettirildi.
***
12 Eylül darbesiyle kapatılan CHP’nin yerine kurulan Halkçı Parti ve SODEP de 1980’li yılların koşullarında bu eğilime karşı duramadılar. Bu partiler ve onların 1985 yılında birleşmesiyle kurulan Sosyal Demokrat Halkçı Parti (SHP) devletçiliğe karşı Özal’ın tavrını tam olarak benimsememekle birlikte özelleştirmelerden yana liberal bir çizgi izledi...
1985 yılında kurulan bir diğer sosyal demokrat parti, eski CHP Genel Başkanı Bülent Ecevit’in eşi Rahşan Ecevit’in “vekaleten” başkanlık ettiği Demokratik Sol Parti (DSP) idi...
SHP, programının başında CHP’nin “altı ok”ta ifadesini bulan programına sahip çıkar ve Atatürk ilkelerine bağlılığını vurgularken, DSP “bürokratik” bir yönetim aygıtı olarak gördüğü CHP’ye karşı bir tavır sergiliyor Atatürk’ten tek bir kez, o da programının sonunda “adet yerini bulsun” havasında söz ediyordu.
***
Ecevit’in “bürokrasi” karşıtı “halkçı” politikayı savunması, ilk bakışta daha “solcu” bir görünüm sergilese de işin özüne bakıldığında DSP, ekonomide daha “piyasacı” bir tutumu savunmaktaydı. DSP programına göre kooperatifçilik ve işçi yatırım fonlarıyla oluşturulacak “halk sektörü” “bürokratik devletçi” kamu iktisadi teşekküllerinin ve özel sektörün yanı sıra üçüncü bir sektör olarak geliştirilecek, bu sektörler hep birlikte piyasa koşullarına uyarlanmış olarak faaliyet göstereceklerdi. Bu arada “tekelci KİT’ler” de bürokrasiden kurtarılarak dış rekabete açılacaktı...
Sonuçta 1985 yılına gelindiğinde Turgut Özal’ın temsil ettiği “merkez sağ-İslami cephe” ile SHP ve DSP’nin oluşturduğu “sosyal demokrat cephe” biraz farklı söylemlerle de olsa kamu sektörünün ekonominin yönlendirici gücü olmaktan çıkarılması ve ekonominin piyasacı bir anlayışla yönetilmesi konusunda birleşmişlerdi...
19 Haziran 1992 tarihinde 12 Eylül rejiminin ürünü eski siyasi partilerin aynı adla tekrar açılmasını engelleyen yasa kaldırıldığında bu kervana Deniz Baykal yönetiminde yeniden kurulan CHP de katılacaktı.
(Devam edecek)