Önceki yazımızda Suriye’de gelişen olayları özetledikten sonra “Şu gerçeği görmek gerekiyor:

Bu savaşın gerçek kazananları ABD ve İsrail” demiş...

Ve yazımızı şöyle bitirmiştik:

“Bu iki ülke, Suriye’nin geleceğinin belirlenmesi sürecine Türkiye’nin katılmasını istemiyor. Bu güçlere başta İngiltere olmak üzere Batı Avrupalı müttefiklerin güçlerini de ilave ettiğimizde şu soru gündeme geliyor: Türkiye’nin gücü bu ‘cephe’nin gücünü geriletmeye ya da dengelemeye yetecek mi?”

***

Bu yazımıza “savaşın kazananları” arasına HTŞ’yi neden eklemediğimizi  belirterek başlayalım...

Kanımızca HTŞ’nin başarısı, Suriye’de şaşırtıcı bir hızla gelişerek Esad rejimini bölgeden silen ve Irak’ın kuzeyine kadar yayılan IŞİD’in “başarısı”na çok benzemektedir...

Bilindiği gibi IŞİD de herkesi şaşırtan bir hızla Suriye’nin ve Irak’ın kuzeyini ele geçirerek “Irak Şam İslam Devleti” adlı bir oluşum kurmuş, ancak bu  başarının ardından aynı hızla yerini bölgeye müdahale eden dünyanın süper güçleri ile bölge ülkelerinin askeri güçleri ile PKK/PYD güçlerine bırakarak sahnenin gerisine çekilmişti...

HTŞ de Esad rejimini devirmiş ve onun yerine Şam’a yerleşmiştir; ama Suriye toprakları üzerinde ABD ve Rusya’nın üsleri yerli yerinde durmakta, bölge ülkelerinin ve onların yönettiği güçlerin etki alanları hızla genişlemektedir.

***

HTŞ lideri Golani Şam’ı ele geçirerek Esad hükümetini devirmelerinin ardından yaptığı açıklamada İsrail'in devam eden işgaline karşı çıkmayacaklarını, başka bir deyişle Suriye’yi silah zoruyla işgal eden yabancı bir güce karşı koymayacaklarını şu sözlerle dile getirmişti:

Suriye yeni bir savaşa girmeyecek. İnsanlar savaştan yoruldu. Ülke yeni bir savaşa hazır değil.”

Esad rejimini neredeyse kurşun atmadan deviren HTŞ liderinin başına geçtiği ülkenin toprakları işgal edilirken hiçbir şey olmuyormuş gibi davranması, Esad rejiminin geride terk ederek gittiği ve şu anda fiilen HTŞ’ye ait olan ağır silahlar, uçaklar ve helikopterler, hatta deniz gücü İsrail tarafından bombalarla yok edilirken bu kadar “uysal” açıklamalar yapması, bu gücün tıpkı IŞİD gibi geriden gelen “esas güçlere” (ABD-İsrail ve ortakları) yer açma amacıyla alana sürülmüş bir figüran olduğunu kanıtlamaktadır...

***

Golani olup bitenleri seyrederken İsrail sözde HTŞ’nin yönettiği ülkenin bir parçası olan Golan tepelerini ele geçirmekle yetinmemiş, “vaad edilmiş” bölgeler arasında yer alan “Trans-Jordan” (Şeria nehrinin doğusu) topraklarına yayılmaya başlamıştır. Bilindiği gibi ABD’nin kanatları altında gelişen PKK/YPG’de Esad Hükümetinin devrilmesinin ardından bu bölgede yeni alanlar elde etmişti. Bu güç ABD tarafından “kara ordumuz” olarak adlandırılmaktadır ve İsrail’in bölgedeki en yakın askeri müttefikidir...

Golani ve onun kurduğu sözde yeni Şam Hükümeti bu olayı izlemekle yetinirken (üstelik bu hükümet sözde “İslamcı”dır) Türkiye kendi etki alanındaki Suriye Milli Ordusu aracılığıyla İsrail ordusuyla koordineli bir şekilde hareket eden PKK/YPG güçlerine karşı Kuzey ve Doğu Suriye üzerinden harekete geçmiş bulunmaktadır.

***

Bir süre önce İsrail’in Türkiye’nin güney ve güneydoğusundaki topraklar üzerinde emeller taşıdığı ve yakında Türkiye ile İsrail’in karşı karşıya geleceği tahminlerine “ha-ha/ ho-ho” arada bilmem kaç kilometre var” diye gülerek alay edenler şimdi Türkiye’nin karadan ve havadan desteklediği Suriye Milli Ordusu ile İsrail ABD/İsrail destekli PKK/YPG güçlerinin Suriye’nin kuzeyinde ve doğusunda göğüs göğüse çarpışmaya başladığı gerçeği karşısında ne diyeceklerdir?..

Gerçek şudur: Suriye’de Esad rejiminin devrilmesinin ardından küresel ve bölgesel önemli güçler bu ülkede doğrudan ya da dolaylı olarak çatışmaya girmeye başlamışlardır ve HTŞ giderek bir “gölge iktidar”a dönüşmektedir. Suriye fiilen parçalanmaktadır. HTŞ’ye bu oyunda verilen rol parçalanmayı resmileştirmek amacıyla ülkenin meşru hükümetini sahneden sille tokat kovmaktan ibaretti. Golani bu görevi yerine getirmiştir ve bu işin sonunda kendisine mükafat olarak en fazla Şam civarında bir “emirlik” verilecektir!

***

Yazımızın başında sorduğumuz “Astana Sürecinin çökmesi Türkiye’yi nasıl etkileyecek?” sorusunu bu gelişmeler ışığında cevaplandırmaya çalışalım...

Bilindiği gibi Astana süreci Türkiye-Suriye sınırında Rus uçağının Türk jetleri tarafından düşürülmesi sonrasında Türkiye’nin Rusya ile savaşın eşiğine gelmesi, bunun üzerine  NATO’yu bölgeye davet etmesi, bu davetin reddedilmesi ve buna tepki olarak Türkiye’nin Rusya ile ilişkilerini düzeltmesinin ardından başlattığı “denge politikası”nın bir “ürünü” idi...

Başka bir deyişle Astana Platformu ABD’nin Ortadoğu’daki çatışmaların merkezi durumuna gelmiş olan Suriye’deki “oyun kurucu” pozisyonuna karşı Türkiye’nin ABD karşıtı cephede bulunan Rusya ve İran ile birlikte Suriye’de de bir “denge” yaratma arayışından doğmuştu...

Bu süreç çökünce Türkiye’nin hem Rusya ve ABD arasındaki mücadelede hem de bu mücadelenin odak noktalarından birini oluşturan Suriye’de yürütmeye çalıştığı denge politikası da çökmüş oldu.

***

Şu anda Rusya ve İran Suriye’deki kayıplarını nasıl telafi edeceklerini düşünmekte, Türkiye ise Suriye’nin kuzeyindeki etki alanını güçlendirmeye ve genişletmeye çalışmaktadır...

Bu üç ülke açık bir biçimde olmasa da Suriye rejiminin çöküşünün sorumluluğunu kendi dışlarında aramaktadır...

Ancak şurası bir gerçektir: Bu sürecin çökmesinin esas nedeni bu üç ülkenin her birinin işin en başından itibaren kendi oyun planları olması ve planların birbiriyle uyumlu olmamasıdır.
(Devam edecek)