Ülkemizde 1876 tarihinden bu yana yapılan anayasa tartışmalarını özetlediğimiz ve yorumladığımız yazılarımızın sonuncusunda 'sosyal devlet' ilkesini öne çıkaran 1961 Anayasası'nın örgütlenme ve fikir özgürlüğü ile çalışan kesimlerin haklarına geniş yer verdiğini...

Ancak Demokrat Parti tabanına dayanarak kurulan Adalet Partisi hükümetlerinin o nedenden ötürü, bu anayasayı hiçbir zaman benimsemediğini...

Ve bu tutumun iktidar çevreleri tarafından 'Bu anayasa bize bol geliyor!' söylemiyle ifade edildiğini belirtmiştik.

***.

1965-71 döneminde Türkiye'yi yöneten Adalet Partisi hükümetleri döneminde, bu haklar genellikle anayasadaki kısıtlayıcı özel koşullar öne sürülerek engellendi...

12 Mart askeri müdahalesinden sonra ise, askeri yönetiminin lideri Genelkurmay Başkanı Orgeneral Memduh Tağmaç, 'Türkiye'de sosyal uyanış ekonomik gelişmeyi aştı, bunu durdurmak gerekiyor' sözleriyle bu tür engellemelerin ötesine geçilerek anayasada önemli değişiklikler yapılacağının işaretini verdi...

Ve bu konuşmanın ardından Anayasa'nın önemli bir bölümü değiştirilerek ülkeye 'bol geldiği' iddia edilen 'elbise' daraltıldı!

***

1971-73 yılları arasında hüküm süren 12 Mart askeri yönetimi tarafından görevlendirilen 'ara rejim hükûmetleri' tarafından 1961 Anayasası'nda yapılan değişiklikler sonucunda, özü itibariyle demokratik ve sosyal hakları koruyup geliştirmeyi amaçlayan anayasa, tam tersine bu hakları sınırlayan bir metne dönüştü...

İşin garip yanı, Anayasayı açıkça ihlal ederek hükümeti deviren cunta yönetimi, bir yandan da ülkede yargı bağımsızlığını, basın özgürlüğünü, demokratik ve sosyal hakların geliştirilmesini savunan kesimlerin temsilcilerini askeri mahkemelerde 'Anayasayı tağyir, tebdil ve ilga' suçuyla yargıladı...

İlerleyen yıllarda bu 'trajikomik' yöntemler de yetersiz kaldı ve Türkiye faşizmin cenderesine sokuldu.

***

1971-73 döneminde Anayasa'da yapılan değişikliklere bir göz atmak bile bu değişimin yönünü göstermeye yeterlidir...

Özetleyelim:

Ülkede ekonomik ve sosyal hak arayışları, 'Cumhuriyet aleyhine işlenen ve doğrudan doğruya devlet güvenliğini ilgilendiren suçlar' olarak nitelendi ve 'Devlet Güvenlik Mahkemeleri' adı altında bunlara bakmakla görevli özel mahkemeler kuruldu...

Askeri yargının yetkileri sivil yargının aleyhine genişletilerek sivillerin askeri mahkemelerde yargılanmasının önü açıldı...

Sıkıyönetim koşulları değiştirilerek bu yönetim tarzı olağanlaştırıldı!..

Anayasa Mahkemesi'nin faaliyet alanı sınırlandırıldı....

Doğal hakim ilkesi terkedilerek 'kanuni hakim' uygulamasına geçildi...

Bakanlar Kurulu'nun Kanun Hükmünde Kararname çıkarma yetkisi genişletilirken, gensoru verme yetkisi daraltıldı...

TRT'nin özerkliği kaldırıldı...

Üniversitelerin özerkliği kağıt üzerinde kaldı...

Devlet memurlarının sendika kurma hakları yok sayıldı...

Küçük partiler devlet yardımından mahrum bırakıldı ve bu partilerin Anayasa Mahkemesi'ne başvurmalarını engelleyecek önlemler alındı.

***

Bütün bu kısıtlamalar sonucunda 'elbise' daraltılsa da, 70'li yıllar boyunca toplumdaki hak ve özgürlük arayışları durdurulamadı...

Bu durum, başından beri 1961 Anayasası'na karşı olan kesimlerde, söz konusu anayasayı tamamen ortadan kaldırarak 'daha sıkı' bir rejim getirme ve yeni bir anayasa yapma düşüncesini güçlendirdi...

Böylece toplumsal gerilim arttı ve 12 Eylül askeri darbesiyle sonuçlanacak bir süreç yaşandı.

***

12 Eylül askeri darbesini gerçekleştiren askeri cunta, bu darbeyi 'can ve mal güvenliğini sağlamak' gerekçesiyle meşrulaştırmıştır...

Ancak, gerçekte çok daha farklı amaçlar söz konusudur... Bu amaçları gerçekleştirmek için yıllar boyunca toplumun can güvenliğini tehlikeye atan gerilim ortamı bilinçli olarak körüklenmiş, darbenin koşulları adım adım 'olgunlaştırılmış'tır!..

Bu sürecin tam olarak anlaşılabilmesi için o dönemde Türkiye'de yaşanan gelişmeler ile ABD ve Sovyetler Birliği arasında yaşanan 'soğuk savaş' arasındaki ilişkinin ve Türkiye'nin bu savaşta taşıdığı önemin göz önüne alınması gerekmektedir.

(Devam edecek)