Gençlerbirliği tarihini bilenler, başkan ve yöneticilerinin kelimenin tam anlamıyla aristokratlardan oluştuğunu söyleyebiliriz.
Orhan Şeref Apak’tan tutun da İsmet Sezgin, Muslihittin Mete Yılmaz, Hasan Polat, Halim Çorbalı, Rahmi Magat, Kemal Kaya’ya kadar bakanlar, üst düzey bürokratlar, spor hukukçuları ve Türk futboluna damga vurmuş isimlerin, cumhuriyetimizle yaşıt kulübü Gençlerbirliği’ne gönülden bağlı olduğunu herkesi malumudur.
Bir de kulübün en zor dönemlerinde başkanlık yapmış camianın birleştirici unsuru, gerçekten fedakarlık efsanesi, “3 gün de olsa hapis yatan adam, Gençlerbirliği'nde başkanlık yapamaz" diyerek, görevi 40 yıla yakın sürdürüp kırılması güç bir rekora ulaşan, kulübü denizaltı denilen bir yerden ülkemizin en modern tesislerine ve en büyük altyapısına sahip bir konuma getiren İlhan Cavcav’a devrederek, bir başka efsanenin yetişmesinde katkısı olan Hasan Şengel gibi başkanlık yapan çok önemli isimlerin oturduğu koltukta bulanan bir kişinin doğruyu söylememiş olması son derece vahim bir olaydır.
Başlangıçta rahmetli Cavcav’ın ilk başkan olduğu 1978 yılında gazeteciliğe başlamış, bu çok önemli değerlerin büyük bir bölümünün yanı sıra Ayhan Sümer, Ekrem Üstündağ, Atilla Aytek gibi Gençlerbirliği’ne ömür vermiş kaliteli futbol adamlarını tanıma şerefine erişmiş bir kişi olarak, 102 yıllık koca çınara başkanlık yapan bir kişinin doğruyu söylememesini doğrusu camiaya yakıştıramadım.
Peki hangi konuda doğruyu söylememiş…
Futbolcular ve kulüp personelinin tüm alacaklarını ve primlerinin ödenmesi konusunda…
Ne zaman söylemiş, tüm camianın Süper lige çıkmak için avantajlı konuma geldiği, hayati maçların oynanacağı dönemde…
Üstelik; “Futbolcularımızın prim, bonus, tüm alacakları hesaplarına yatıyor, personel maaşları gününde ödeniyor. Geçmişten gelen tüm sorunları temizliyoruz” gibi çok iddialı sözcüklerle…
Sonra bir duyumlar alıyoruz ki, meğerse başkan doğruları söylemiyormuş, yaptığı açıklamalarla, eşe- dosta borcu olanları, ailesine para alamadıklarını söyleyen futbolcular ve kulüp personelini yerin dibine sokarcasına…
Daha vahimi, sezonun ikinci yarısının başlamasıyla kendi aralarında bir toplantı yaparak, Süper Lig yolunda sezon sonuna kadar yaşanabilecek maaş sıkıntılarını gündeme getirmeme kararı alan futbolcularının tertemiz duygularıyla dalga geçercesine…
Hayal kırıklığı ve şaşkınlıklarının ardından ilk patlama, 8 Nisan’da Ankaragücü galibiyetinin hemen ardından yaşandı… Futbolcular, aylardır ödenmeyen maaşlarının başkan tarafından ödenmiş gibi açıklama yapmasını protesto etmek için antrenmana çıkmadılar.
Başkanın yaptığı en doğru iş, Hüseyin Eroğlu’nu göreve getirmesiydi, ancak bu davranışıyla takımı süper lige çıkma konusunda iddialı duruma getiren tecrübeli hocayı da çok zor duruma soktu.
Bundan sonra da futbolcuları toparlamak çok zordu. Vaatler, bir bölüm ödeme de yapıldıysa da (bu da doğru mu bilmiyorum) bir kere araya soğukluk girmişti… Zaten son dakikalarda Ümraniye karşısındaki zorlu geri dönüş ilk sinyaldi. Ardından 2’ncilik için en büyük rakibi Karagümrük ile deplasmanda alınan beraberlik ve en önemlisi de Karagümrük’ün Bolu’ya, Erzurum’un da evinde İstanbul’a yenildiği haftada, Eryaman’da Bandırma beraberliğiyle, altın tepside sunulan avantajı da elinin tersiyle itti.
Son 2 haftada kaybedilen 4 puanın, direkt olarak yükselmeyi sağlayan ikincilik şansının mucizeler bırakmanın tek sorumlusu, futbolcu ve personelin alacakları konusunda iyi niyetli davranışlarını açıklamalarıyla suistimal eden başkandır.
Yazının başındaki Gençlerbirliği’nin örnek insanlarının aslında çoğu kişinin bildiği davranışlarından belki de bazıları kendilerine bir ders çıkarır mı diye bir kez daha dile getirme gereğini duydum.