İsmet Kemal Karadayı Dostum, bir aforizmasında şöyle diyordu: 'Gezmek, görülebilmişse, değişmektir.'' Ben de diyorum ki; gezip görmek yaşamaktır. Eğer bakıyor ve görebiliyorsan... Bunun koşulu da var elbet: Merak, ilgi, birikim, sezgi ve özümseme. Bunlar yoksa halk dilindeki gibi söyleyişten farkı yoktur gezip görmenin: Yol sıra gidip kıyı sıra gelmek misali...
Bursa, en çok seyahat ettiğim kentlerin başında gelir. Onca gidişlerimde hiç uğramamıştım Arap Şükrü Sokağına. Burası Bursa'nın Kumkapı'sı. Orada hiç olay olmazmış. Nezih bir yer. Gelen ailelerden belli... Ne var ki, en büyük etken de karakola yakın olmasıymış. Arap Şükrü 85 yıllık bir lezzet mekanı.
*
Ortaokulda iken bir münazarayı hatırlıyorum:'Çok yaşayan mı bilir, çok gezen mi?'Kazanan taraf yaşayan diyenler olmuştu. Ama gerçeğin bu olmadığı belliydi. Önemli olan çok yaşamak değil, dolu dolu yaşamak ve göre göre yaşamaktı. Eğer yaşamaksa, kör de yaşıyor, gören de...
Bu gezide (Bursa seyahatinde) Kurşunlu, Burgaz, Trilye sahilinde dolaştık. Villalar, sayfiye evleri vardı çokça. Hepsi de boştu. Villalarla deniz arasında cadde vardı; hatta kimi yerlerde denizi kapatan yapılaşmalar da vardı yer yer. Kıyılarda beach-plaj bile yoktu. Deniz kirliydi. Bu yapılaşmalara yatırılan paralara yazıktı bana sorarsanız. Ya o Mudanya tepelerindeki çok katlı yapılaşma ve girişte iskeleye kadar görülemeyen deniz.
*
Görmek'le bakmak arasında ince bir ayrıntı var: Görmek için bakmak, bakabilmek için de görmek gerekir. Bakmak, derinlik gerektirir.
Nedir yaşamak? Yumruk kadar bir et parçasının tıp tıp atıp durması değildir elbet: Yaşamak kadar yaşatmak da gerekir. Paylaşmaktır bunun koşulu; sevmek, mutlu olmak, mutlu etmektir aynı zamanda. Yaşamdan tat almaktır, yaşama sevincini duyumsamaktır. Bunu da gezdikçe, duyumsarız gördükçe kavrarız yaşamanın anlamını. Bir başınalık, boşuboşunalık, yalnızlık, içedönüklük, amaçsız ve gailesiz bir yaşamsa hiç çekilmez...
*
Kendi ülkesinin güzelliklerini yaşamadan, görmeden, yurdunu gezmeden her olanağı yurtdışına giderek değerlendirenlerin övünmelerine tanık olurum sık sık. Kızarım böylelerine. Kıskanmak değildir benimkisi.
Tatil yörelerinde yazlığı olanlar, oralarda koca bir yazı geçirenler de var tanıdıklarım arasında: Denize girdiğini, içki içtiğini, ikindi ve sabah kahvaltılarını anlatırlar, çoğunlukla. Çok azından kitap okuduklarını, yurt sorunlarına kafa yorduklarını duyarım. Çevreyi gezmediklerini, oralarla ilgili sorduğum sorulardan anlarım. Oysa yabancılar böyle değiller: Onlar geldikleri ülkenin, yörenin tarihi, turistik yerlerini, kültür değerlerini tatil yerini seçerken öğreniyorlar. Gelince de uygulamasını yapıyorlar. Gazetelerini izliyorlar, yanlarında getirdikleri kitaplarını okuyorlar.
*
Demem şu ki, görerek gezmek; gezerek yaşamak, hayatı doğru algılamak yaşama anlam katar. Çok uzun, çok sağlıklı, bilinçli bir yaşam yolculuğunu gerektirir bu da...