Önceki yazılarımızda AKP'nin hazırlayacağı yeni anayasaya ilham vereceği ilan edilen 1921 Anayasası üzerinde dururken, bu anayasanın ulusal kurtuluş savaşının olağanüstü koşullarında ülkenin işgal edilmesine karşı çıkan tüm güçleri Meclis çatısı altında biraraya getirme amacıyla oluşturulduğunu belirtmiştik...

O dönemde İstanbul'da ikamet eden padişah, ülkeyi işgal eden emperyalist güçlerin esiri gibi görülüyordu. Meşrutiyetin Meclisi ise işgal nedeniyle dağıtılmış ve çalışmalarına ara vermişti...

Anadolu'da toplanan Meclis içinde yer alan mebusların bir bölümü, milletin kendi mukadderatını kendisinin belirlemesi ilkesine yönelirken, bir bölümü ise Ankara'daki Meclis'i Padişahı esaretten kurtarmaya çalışan 'geçici' bir yönetim organı olarak kabul ediyordu...

Savaş koşullarında bu farklı bakış açılarının Meclis'in somut çalışmalarını aksatmaması için toplanan Meclisin bir hükümet ya da devlet başkanı seçmemesi, yalnızca geçici olarak yasama, yürütme ve yargı güçlerini elinde toplayan bir hükümetin oluşturulması konusunda bir uzlaşmaya varılmıştı...

Bu uzlaşma, 1921 Anayasası'na da damgasını vurmuştur.

***

Bu anayasanın birinci maddesi şöyleydi: 'Hakimiyet bila kaydü şart milletindir. İdare usulü halkın mukadderatını bizzat ve bilfiil idare etmesi esasına müstenittir.'

Anayasada padişahlık kurumunu savunan herhangi bir pasajın yer almaması o günün şartlarında ileri bir adımdı. Ancak metinde bu maddenin çağrıştırdığı cumhuriyet idaresinin de sözü edilmiyordu...

Atatürk, daha sonra Nutuk'ta o günlerin havasını anlatırken 'kamuoyunun hala saltanattan ümidini kesmediği, düşmana karşı beraberliğin gerektiği günlerde, cumhuriyetten bahsetmek mümkün değildi' demiş ve şöyle devam etmiştir: 'Bunun için cumhuriyeti vicdanımda gizli bir sır olarak sakladım, niyetim, bu hedefi, şartlar müsait oldukça adım adım gerçekleştirmekti.'

***

Bu koşullar, ulusal kurtuluş savaşının sona erdiği günlerde bile fazla değişmemişti...

Savaş sona erdiğinde devletin rejiminin ne olacağı belli değildi... Meclis'teki mebusların önemli bir kısmı, devleti hala hilafeti de bünyesinde barındıran saltanata bağlı meşruti bir rejim olarak görüyordu... Dahası, Mustafa Kemal Paşa'nın cumhuriyet yanlısı olduğunu sezen bazı muhalif unsurlar, savaşın sona ermesi dolayısıyla başkomutan sıfatıyla ona verilen olağanüstü yetkilerin geri alınmasını ve bir asker olarak da görevinin sona ermesi nedeniyle emekliye sevk edilmesini istiyorlardı...

Bir önceki yazımızda da belirttiğimiz gibi muhalefetin başında Başbakan Rauf Bey (Orbay) vardı... Kazım (Karabekir) Paşa. Refet (Bele) Paşa, hatta Mustafa Kemal Paşa'nın en samimi arkadaşı olan Ali Fuat (Cebesoy) Paşa da onunla birlikte hareket ediyorlardı... Bu grup, 'Osmanlı hanedanına mensup yeni bir padişah seçilmesi, saltanatın ve hilafetin devam etmesi, Meclisin de 'istişari' bir organ olarak varlığını sürdürmesi, kısacası yeni bir 'meşrutiyet' ilan edilmesi' görüşündeydi.

***

Mustafa Kemal Paşa, bu durumu değiştirebilmek ve savaş sırasında fiilen bir cumhuriyet meclisi gibi çalışmış olan meclisi resmen de cumhuriyetin meclisi haline getirebilmek için ilk adımda saltanatın ortadan kaldırılması için çalışmalara başladı...

Bu arada İsviçre'nin Lozan kentinde Birinci Dünya Savaşına katılan tüm ülkelerin temsil edileceği Barış Konferansında Türkiye'yi Ankara Hükümetinin mi, yoksa İstanbul Hükümetinin mi temsil edeceği konusunda bir tartışma çıktı...

Bu tartışma devam ederken, 17 Ekim 1922'de İstanbul Hükümetinin Sadrazamı Tevfik Paşa, Mustafa Kemal Paşa'ya, savaş sona erdiğine göre Ankara'nın göndereceği temsilcilerin de katılımıyla barış konferansında Türkiye'yi İstanbul hükümetinin temsil etmesi gerektiğini belirten bir telgraf çekti.

***

Bu durumu kabul etmek, Ankara Hükümeti'nin, dolayısıyla Ankara'daki Meclis'in işlevinin sona erdiğini kabul etmek demekti.

(Devam edecek)