Bir önceki yazımızda geleceği öngörebilmek için geçmişe bakmak gerektiğine dikkat çekmiş ve ekonominin toplumsal hayatın temelini oluşturması nedeniyle geçtiğimiz yıllarda oluşan ekonomik tabloya bir göz atmıştık...

Bu tablonun en dikkat çeken özelliği dış borç seviyesinin yüksekliğiydi...

Öyle ki, Dünya Bankası'nın Ekim ayında ülkelerin borç durumuna ilişkin yaptığı açıklamada Türkiye, düşük ve orta gelirli 120 ülke arasında en çok dış borcu olan 6. ülke olmuş, borcun milli gelire oranında ise Arjantin'in ardından 2. sırada yer almıştı.

***

Bu bilgilerin ardından, durumu daha iyi anlayabilmek için kendi durumumuzu dünyanın diğer ülkeleriyle karşılaştırma gereğine değinmiştik...

Bu karşılaştırmayı, 2015-2020 döneminde Dünya Bankası Kamu Borç Yönetimi Danışmanlığı'nda birim yöneticisi olarak görev yapan Coşkun Cangöz ve ekonomist Dr. Murat Kubilay, Sözcü gazetesinde yaptılar...

Yapılan değerlendirmede bu konuda verilen bilgiler şöyle:

-Listede Çin, 2 trilyon 114 milyar dolarlık dış borçla ilk sırada yer alıyor, ancak bu ülkenin dış borcunun milli gelire oranı yüzde 15 ile görece düşük bir seviyede.

-En çok dış borcu olan ülkeler sıralamasında Çin'i, 569,4 milyar dolarla Brezilya takip ediyor. Ancak Brezilya'nın dış borcu da milli gelire oranla yüzde 32 ile görece düşük seviyede.

-Hindistan 560 milyar dolarla listede üçüncü sırada yer alıyor; ancak onun da dış borcunun milli gelire oranı yüzde 20.

-Rusya'nın dış borcu 490,7 milyar dolar, ancak bu borcun milli gelire oranı sadece yüzde 30.

-Meksika da 469,7 milyar dolarlık dış borcuna karşılık yüzde 38'lik dış borç/milli gelir oranıyla yine görece düşük borç yüküne sahip.

- Türkiye için emsal ülkelerden biri olan Güney Afrika'nın dış borcu 188,1 milyar dolar; dış borcun milli gelire oranı ise yüzde 55...

Burada, 30 Eylül itibarıyla Türkiye'nin brüt dış borç stokunun 435.1 milyar dolar, borcun milli gelire oranının ise yüzde 59.1, olduğunu bir kez daha hatırlatalım.

***

Bu tablo, borcun 'çevrilebilirliği'nin de en az miktarı kadar önemli olduğunu gösteriyor...

Eğer bir ülke borcunu 'çevirebiliyorsa', yani ülkenin geliri giderinden fazlaysa ve 'cari açık' yerine 'cari fazla' söz konusuysa tek başına borç miktarı fazla bir önem taşımayabiliyor...

Bu açıdan Çin örneği son derece öğretici.

***

Dünyanın en büyük nüfusuna, alt yapısına ve doğal kaynaklarına sahip olan Çin, 1980'li yıllarda ekonomisini modern teknolojiye uygun hale dönüştürmek için dünyaya açılmaya karar verdiğinde, karşısına çıkan en önemli sorun 'kaynak sorunu' olmuştu...

Daha önce dünyada dışarıdan borç alarak kalkınan bir ülke olmamıştı...

Kural olarak Batı'da sanayi devrimini gerçekleştirmiş kapitalist ülkeler önceden bir sömürge sistemi kurmuşlar, daha sonra sanayi mallarını ve mali sermayelerini sömürgelere ya da 'az gelişmiş' ülkelere ihraç etmişlerdi. O ülkelerin geleneksel ekonomik yapıları yabancı sermaye ve ürünlerle rekabet edemedikleri için bir süre sonra çökmüştü.

***

Bu olaya karşı yalnızca Japonya bir ada ülkesi olmanın verdiği avantajla karşı çıkabilmiş ve sınırlarını yabancı ülkelerin sermaye ve mallarına kapatarak devlet öncülüğünde bağımsız bir kapitalist ekonomi kurmayı başarmıştı...

Bu örneği izlemek isteyen Çin ise ekonomisini koruma altına almak ve İngiltere'nin ithal ettiği mallar karşılığında ülkeye afyon sokmasını engellemek için gümrüklerini kapatmaya çalışmış, ancak İngiltere ve Fransa'nın donanmalarını kullanarak açtığı savaş sonucunda yenilgiye uğratılarak yarı-sömürge bir ülkeye dönüştürülmüştü...

Kısacası, emperyalist ülkeler, şu ya da bu şekilde yalnızca askeri güçle değil sermaye ve sanayi ürünlerini de kullanarak gidikleri ülkelerin ekonomilerini tahrip etmiş ve onları egemenlikleri altında tutmuşlardı.

***

Bu örnekten hareketle Çin, kapılarını gelişmiş ülkelerin sermaye ihracına ve yatırımlarına açtığında genel beklenti, Çin'in de daha önceki ülkelerin kaderini paylaşacağı ve tıpkı Sovyetler Birliği örneğinde olduğu gibi 'sosyalist' rejim sayesinde elde ettiği siyasal ve ekonomik bağımsızlığı adım adım yitireceği yönündeydi.

Ama beklenenin tam tersi oldu...

Elde ettiği kaynağı verimli bir şekilde kullanan Çin, hem sanayisini modernleştirdi, hem de ihraç ettiği sanayi malları sayesinde dış ticaretten elde ettiği 'cari fazla'yı üretken yatırımlara yönlendirerek dünyanın en hızlı gelişen ülkesi haline geldi. Bunun sonucunda da, ABD'nin dünya ölçeğindeki ekonomik egemenliğini tehdit eden bir güç olmayı başardı.

(Devam edecek)