Bir süre önce Soner Yalçın Odatv’de yazdığı “Kimler sağcı... kimler solcu” başlıklı yazısıyla bir tartışma başlattı...
Yalçın’ın bu konuya girmesinin nedeni İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Sosyoloji bölümünde Hüsamettin Arslan’ın hazırladığı “Epistemik Cemaat/ Bir Bilim Sosyolojisi Denemesi”… başlıklı doktora teziydi...
Daha sonra kitap olarak yayınlanan tez, “devletin resmi ideolojisine içeriğini armağan eden (dayatan) bir bilim anlayışının eleştirisi olma iddiasını taşıyordu.
***
Soner Yalçın, bu tezde savunulan fikirlerden yola çıkarak “Batı aydınlanma ideolojisinin “sorgulanamaz/ “doğrusu budur” denilen buyurgan “otoriter bilim” dayattığını, böylece bir aynılık hegemonyasının dört bir yanı sardığını savundu...
Ve bu saptamadan hareketle şu sonuca vardı:
“Sol da bundan nasibini aldı. ‘Bilim’ yönteminin kapitalizmden bağımsız olup olmadığını bile sorgulamadı, toptan kabul etti. Yönteme karşı çıkanları bile ‘bilim dışı’ ilan etti. İtibariyle kaba pozitivizme sıkışıp kaldı.”
***
Bu köşede yakın bir zamanda Newton’un bilimsel bulgularından yola çıkan bazı “kaba materyalistlerin” nasıl pozitivist “bilim anlayışı”na kapılarak “mekanik determinist” bir kavrayışına yöneldiğini... 
Ve bu anlayışın daha sonraki dönemlerde özellikle Heisenberg’in atom altı parçacıkların konumlarının deney yoluyla “belirlenemezliği” kuramından yola çıkarak tam bir “volontarist” anlayışa dönüştüğünü anlatmıştık...
Bu süreçte aydınlanma döneminin mirasını “modernizm” diye ayaklar altına alan post-modernist ve neo-liberal akımlar hem bilim hem de siyaset dünyasını tam bir kaos ortamına sürüklediler.
***
Biz, bir köşe yazısının bu tartışma açısından uygun bir yer olmadığını düşündüğümüzden bu konu üzerinde daha fazla durmayacağız...
Ancak tartışma “kimin sağcı, kimin solcu” olduğu noktasına gelip dayandığı için bu konudaki görüşümüzü dile getirmeden edemeyeceğiz.
Önce bir noktayı belirtelim...
“Sağcılık-solculuk” ikilemi Fransız devrimi sırasında rejmi savunanların parlamentonun sağ tarafında değişimi savunanların ise sol tarafında oturmalarından kaynaklanmış, daha sonra genelde “muhafazakârların” sağcı, “reform” ya da “devrim” yoluyla değişimi savunanların ise “solcu” olarak nitelenmeleriyle devam edip gitmiştir...
Ancak bu niteleme her zaman farklı yorumlara açık olmuş ve tartışma yaratmıştır.
***
Bunun nedeni, kimi zaman bazı solcuların sağcıların tekelinde olduğu düşünülen “ulus”, “devlet” gibi kavramlara sahip çıkması, buna karşılık bazı sağcıların da “değişim”, hatta “devrim” gibi kavramları kullanmış olmasıdır...
Zaman olmuş, kendilerini “muhafazakâr” olarak niteleyen kişi ya da gruplar bir şekilde “değişim” akımına katılmış, hatta kendilerini “devrimci” olarak nitelemişler ya da bilinçli bir saptırmayla kendilerini “işçilerden yana sosyalistler” olarak göstermişlerdir...
Örneğin tarihin gördüğü en azgın gericiler (sağcılar) olan Nazilerin kurduğu partinin adı “Nasyonal Sosyalist Alman İşçi Partisi” (NSDAP) idi. Alman demokratik parlamenter rejimine son veren ülkesini bir tür ortaçağ karanlığına sürükleyen Hitler, siyasi yaşamının başında kendisini “ulusçu bir sosyalist” olarak tanıtıyordu...
Bunun gibi “sağcılık-solculuk” kavramları ile açıklanması zor bir başka örnek de daha yakın bir zamanda gerçekleşen “İran İslam Devrimi”dir. Bu “devrim”, İran’ı bir yandan Ortaçağ’a özgü bir hukuk sistemi içine sokarken diğer yandan emperyalist ABD’nin ülkedeki egemenliğine son vermiştir. O dönemde bu devrimin lideri Humeyni’yi tanımlayan İranlı bir Marksist, “Ona sağcı ya da solcu diyemezsiniz, o Humeynidir” demek zorunda kalmıştı!
***
Bizim kendi tarihimizde de buna benzer örnekler bulabiliriz...
Örneğin Ulusal Kurtuluş Savaşımız sırasında bazı “kaba pozitivist” bilimci aydınlar (örneğin Ahmet Mithat) emperyalist Batı yanlısı bir tutum benimserken, kendilerini “İslamcı” olarak niteleyen ve medeniyeti “tek dişi kalmış canavar” olarak niteleyen bazı “sağcılar” (bunlar arasında İstiklal Marşımızın yazarı Mehmet Akif de vardır) bu savaşa canla başla katılmışlardı...
Bu durumda gelin de şu soruyu cevaplayın: Kim sağcıdır, kim solcu?
***
Yine de bu soruya bir cevap vermek gerekirse, şu söylenebilir: Çağımızda sağcılığın ya da solculuğun kriteri emperyalizme karşı tutumdur...
Günümüzde öyle “solcular” vardır ki, emperyalizmin adını ağzına almaz, ülkesinin çıkarlarını savunmayı “faşistlik” olarak görürken emperyalizmin kanadı altında vekalet savaşı yürüten bazılarını desteklemeyi solculuğun olmazsa olmazı sayarlar. Bunlar, “ulusların kendi kaderini tayin hakkı”ndan girip, LGBT’nin haklarının savunulmasından çıkarak solculuk yaptığını zannederler... 
Buna karşılık  öyle “sağcılar” vardır ki emperyalizme karşı tavır alır ve ulusal çıkarları savunurlar...
O zaman bir kişinin kendisini “sağcı” ya da “solcu” diye tanımlamasının ne anlamı kalmaktadır?
(Devam edecek)