ABD’de Trump’ın göreve başlamasından sonra dünyada en çok merak edilen soru şu:

Trump dünyada neleri değiştirecek?..

Bu soru tersten şöyle de sorulabilir: “Neleri değiştirmeyecek?”

***

Biz bu soruyu meseleyi ters yönden ele alarak cevaplayalım...

Değişmeyecek olan şeylerin başında ABD emperyalizmini dünya egemeni kılma çabası gelecek...

Değişecek şeyler ise bu amacı elde edebilmek için izlenen yol ve yöntemler olacak.

***

ABD’nin 1980’li yıllardan itibaren dünya egemeni olmak amacıyla başlattığı hamleler (saldırılar) hep “demokrasi” kılıfı altında yürütüldü...

Bu saldırıların başlangıcı 19. yüzyıl sonlarında Filipinler ve Küba’nın işgal edilmesine kadar uzatılabilir. Amerika, bu işgallerle  dünyaya demokrasi götüreceğini iddia etti. Bu söylem o zamanın “entelektüelleri” arasında etkili oldu. Öyle ki, Birinci Dünya Savaşı sonrasında Osmanlı Devleti yıkılırken Türkiye’nin etkili entelektüelleri (bunlar arasında Halide Edip gibi “Millici” aydınlar da vardı) yıkımdan kurtulmanın tek yolunun ülke yönetimini vekalet (manda) yoluyla ABD’ye devretmekten geçtiğini açık açık savunmaktan çekinmediler...

Bu dalga, Mustafa Kemal Atatürk ve onun izinden giden ulusalcılar tarafından zorlukla da olsa savuşturuldu.

***

“Demokrasi havarisi ABD” imajının ikinci kez Türkiye üzerinde “ışıldaması” dünyanın yaşadığı ikinci büyük yıkım olan İkinci Dünya Savaşı sonrasında oldu...

Bu dalga birincisinden daha güçlüydü, çünkü ABD bu kez İngiltere ve Fransa gibi emperyalizmin duayenlerini bile kanadı altına almış bulunmaktaydı ve “demokratik” imajını “Hitler’in faşist diktatörlüğünü yıkan ülke” olarak parlatmıştı...

Sonunda bu imaj ABD’nin “dünyanın en büyük ve en hızlı gelişen ekonomisi” olması gerçeğiyle birleşince “tek şef” sıfatıyla Atatürk’ün ölümünden beri ülkemizi yöneten İsmet İnönü gibi bir Ulusal Kurtuluş Savaşı kahramanı bile pes etmek ve ülke yönetimini “seçim yoluyla” ABD uydusu siyasetçilere devretmek zorunda kaldı.

***

Bu dalga öylesine güçlüydü ki, yalnızca İnönü’nün bürokratik ve baskıcı yönetimini değil, dönemin “komünist” eğilimli aydınlarını da etkisi altına aldı...

Bu dönemde TKP’nin Sovyet yanlısı yönetimi bile “demokratize olacak Türkiye’de alacakları role hazırlanmaya başladı. Ancak sonuç daha önce başka yerlerde olduğu gibi eskisinden daha baskıcı bir yönetimle sonuçlandı...

Bu yönetim döneminde Türkiye’nin ekonomisi, bürokrasisi, siyaseti ve askeri gücü ABD’nin etkisi altına girdi.

***

ABD’nin İkinci Dünya Savaşı sonrasında uyguladığı yeni sömürgecilik, bağımlı ülkelerde askeri diktatörlüklerin desteklenmesi, Küba’daki gibi “dolaylı”, Vietnam, Kamboçya ve Laos’taki gibi açık işgaller, Küba füze krizinde olduğu gibi dünyayı nükleer bir çatışmanın eşiğine kadar getiren zorbalıklar zamanla bu “demokrasi” imajını yıprattı...

Bu durum karşısında ABD’nin içinde bile Vietnam Savaşına karşı kitlesel gösteriler, beyazların ırkçı zorbalıklarına karşı siyahilerin direniş hareketleri gelişti...

Son olarak da petrol üreten ülkelerin kendilerine verilen kırıntılarla yetinmek yerine petrolü millileştirerek paylarını artırma hamleleri ABD’yi “petrol krizi” olarak adlandırılan büyük bir ekonomik bunalıma sürükledi.

***

Bu gelişmeler “Amerikan demokrasisi” aldatmacasının sonunu getirdi...

Amerika’da Reagan gibi filmlerde “hızlı silah çeken kovboy” rolü oynamaktan başka hiçbir işten anlamayan cahil bir aktör eskisinin başkanlığa getirilmesi ve mafyası ile ünlü Şikago’da organize olan “Şikago çocukları” lakaplı ekonomistlerin “neo-liberal ekonomi” balonunu şişirmesi bu koşullarda bir araya geldi. Amerika sayesinde “demokratize olacaklarını” zanneden halkların tepesine birbiri ardına faşist cuntalar oturtuldu ve kanlı katliamlar yapıldı...

12 Eylül askeri faşist rejimi ile Türkiye de bu baskı ve zorbalık dalgasından nasibini aldı.

***

ABD, bu sıkıntılı dönemi, neo-liberal dalgayı denetimi altındaki ülkelere dayatarak, başka bir deyişle krizin yükünü bu ülkelerin sırtına yıkarak atlattı...

Ardından federal Sovyetler Birliğini oluşturan cumhuriyetlerin yöneticilerinin Doğu Blokunu ve Sovyetler Birliği’ni dağıtarak kendi ülkelerinde egemen “otokratlara” dönüşme eğilimi yıkıntıyla sonuçlanınca “küresel efendi” pozisyonunu elde etmeyi başardı. Bu fırsattan yararlanarak Ortadoğu’daki “eski” rejimleri tasfiyeye girişince Türkiye’ye de bu operasyonlarda rol verdi.

(Devam edecek)