Türkiye, 783,562 km yüzölçümüne sahip ve her bir metrekaresinden feryatlar yükseliyor. Çalışanı mutsuz, çalışmayanı derbeder, mühendisi dertli, doktoru kederli, avukatı isyanda, yaşlısı ölüme yatmış, emeklisi canından bezmiş… Gençleri ise geleceksiz, hayalsiz, tükenmiş…

Üniversite mezunlarının sosyal medyada, ülkenin üstüne çöken karabasanı haber veren, paylaşımlarına denk gelmiş olmalısınız. Çünkü artık sayıları az değil. Çok değil birkaç yıl önce “tembel”, “maaş beğenmiyor” diyerek aldırış etmediğimiz münferit gördüğümüz feryatlar çoğaldıkça çoğalıyor. Şimdi ülkenin plansız, haksız, hukuksuz biçimde yönetiliyor olmasının bize çıkardığı çok ağır bir toplumsal maliyetle karşı karşıyayız. Senelerce gecesini gündüzüne katarak okuyup bir işe girebilecek şansı yakalayan yüksek eğitimli gençleri, yaşadıkları geçim sıkıntısına dikkat çekiyorlar ve sorguluyorlar. Maaşlarını, hayatlarını, eğitimlerini, ülkeyi cehenneme çeviren politikaları, dini, ahlaki değerleri; her şeyi sorguluyorlar. Bir genç kız şöyle diyor:

"Hayatımda ilk kez 'keşke okumasaydım' dedim. En fazla 30 bin TL maaş veriyorlar. A-101’de çalışsam daha fazla kazanırım. Neden dört yıl okudum? Okumasaydım bu parayı kazanırdım. Okumayanlar çok daha ileri bir noktadalar."

Bir ekşi sözlük yazarı “ne zaman çekiçle, matkapla işim olsa ne zaman marangozluk işi çıksa keşke ailem okutmasaydı da marangoz olsaydım diyorum. Ama hedefim bu yönde sermayeyi toparlayayım istifayı basıp marangozluk yapacağım” şeklinde ifade ediyor kendini.

 Bir doçentin yazdığı ise şöyle: “Bugün bir hekim arkadaşım ile sohbet ediyorum. Oğlu ilk 500 kişi arasına girerek kazandığı Boğaziçi Üniversitesi Endüstri Mühendisliğinden mezun olmuş. İstanbul’da iş bulmuş aylık 30 bin lira !! Babası da 1+1 ev kiralamış 35 bin lira! Gelse evde dursa daha iyi diyor. Tüm sınıf arkadaşları yurtdışına gitmiş. Artık benim oğlan da gidecek önce dur gitme diyordum. Artık destekliyorum dedi. Gerçekten çok garip anlaşılamaz bir zamandan geçiyoruz. Okumak eğitim almak hiç bu kadar anlamsız olmamıştı.”

Evet, daha fazla okumak hiç bu kadar anlamsız olmamıştı. Çünkü üniversite dediğin bu ülkeyi yöneten zihniyete göre bina yapmaktan ibaretti. Rantı yüksek merkezlerde bir apartmanın giriş kapısına üniversite tabelası asmak, Anadolu şehirlerinde dağ başlarına kampus kondurmak yüksek öğretim demekti. Yeter ki gençler kendilerini güya üniversiteli hissetsin, elinde bir üniversite diploması olsun, yaşadığı sefillik pahasına bir 4 yıl daha oyalansın…

 Çünkü “cahil insanların ferasetine daha çok güvenileceğini” düşünen hocalarımız da olduğuna göre bu aldatmacanın devam etmesinde sakınca yok. 
Çünkü, eski Enerji ve Tabi Kaynaklar Bakanı Taner Yıldız’ın da ifade ettiği üzere “eğitim seviyesi arttıkça AK Parti’nin hitap ettiği alanın daha da daraldığını görüyoruz.”

Yeter ki, AKP’nin oyları artsın, eksilmesin. Yeter ki hep onlar iktidarda kalsın ve kurdukları rant düzeni sonsuza kadar sürsün.
Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşundan 2006 yılına kadar geçen 83 yılda 77 üniversite kurulurken sadece 2006-2011 yılları arasında yani 6 yıl gibi kısa bir sürede 88 üniversite açmak, 2024 yılına gelindiğinde üniversite sayısını 208’e çıkarmak bir ülkeye yapılacak en büyük kötülüktü, yapıldı.

10 yıl önce üniversite mezunu bir genç, lise mezunundan ortalama iki kat daha fazla kazanırken, şimdi bu fark 1.5 kata düştüğüne göre şimdi o diplomaların zerrece değeri yoktur ve o diplomaları alanların da geleceği yoktur. 
Çok iyi eğitim almış olanların ise bu ülkede yeri yoktur; zaten fırsatını bulan soluğu yurtdışında alıyor. 

Gençler feryad ediyor. 

Orada kimse var mı?