“Eski Türkiye”nin “Yurtta sulh cihanda sulh” anlayışının yerini, dış ilişkilerde daha aktif bir politika izlenmesini beraberinde getiren Yeni Osmanlıcı siyasetin aldığı artık hepimizin malumu. Bu anlayışın ilk zaferini Suriye’de elde ettiğini söyleyebiliriz. Çünkü, Büyük Ortadoğu Projesi’nin Eşbaşkanlığını yapan Erdoğan’ın Suriye’de Müslüman Kardeşler ile birlikte Beşar Esad’a yürüttüğü mücadelede en azından “Emevi camiinde namaz kılma” aşaması gerçekleşti.
Şimdi inşaat sektörü ile Suriye’nin inşası gündemde. Zaten, daha Esad’ın ülkeden ayrıldığının netleşmesiyle birlikte borsadaki inşaat sektörü hisseleri yüksek prim yaptı. Oyak Çimento'nun hisse değeri yüzde 9,9, Sabancı Holding’e ait Çimsa Çimento hisseleri yüzde 10, İsdemir ve Limak Doğu Anadolu Çimento'nun hisse senetleri yüzde 10 arttı. Birleşmiş Milletler’in tahminine göre Suriye’nin yeniden inşası için yaklaşık 400 milyar dolar gerekiyor. Erdoğan, “Muhalefetin kışkırtmalarına rağmen Suriye krizinde ne kadar doğru bir konum aldığımızı bugün daha iyi anlıyoruz. Suriye'nin imarı ve yeniden ayağa kaldırılmasında da Suriyeli kardeşlerimizin yanında olacağız” diyerek bir beklentiyi de ifade ediyor.
Suriye’de bundan sonraki sürecin belirsiz ve karmaşık olacağı aşikar ama Siyasal İslamcılar şimdilik bir iktidar değişimini zafer olarak takdim edebiliyorlar.
ABD ve İsrail’in Büyük Ortadoğu Projesi ile Siyasal İslamcıların Yeni Osmanlıcı siyasetlerinin örtüştüğü bir tarihi kavşakta bulunuyoruz. Erdoğan, kendini bir Yavuz Sultan Selim, bir Abdülhamit gibi gördüğünden Osmanlı bakiyesi topraklarda aktif bir dış politika izliyor. Bu politikanın kamuoyunda meşruiyet kazanmasında çok sık kullanılan sözcük ise “gönül coğrafyası” olarak karşımıza çıkıyor. Gönül coğrafyası aslında masumane bir kavram ama pratikte izlenen siyasetle dikkate alındığında bunun Osmanlı topraklarında yeniden hakim olma motivasyonunu taşıdığı çok açık. Geçmişte 400-500 yıl yönetilen topraklarda yeniden hak etme iddiası bu.
2011’de siyasal İslamcılar “siyasi sınırlar değil ümmetin sınırları önemli” “Suriye bizim gönül coğrafyamızın parçası” diyerek radikal İslamcı grupların Esad’a karşı ayaklanmasını desteklediler. Libya’da iç karışıklığa bu yüzden müdahil olduk. Somali’ye, Sudan’a, Cibuti’ye, Etiyopya’ya yapılan yardımların sebebi hikmeti de müktesap hak iddia etmekten kaynaklı. Hem bir imparatorluk hayali hem de halifelik… Ama aynı zamanda iç siyasetin konsolidasyonunu sağlamak var.
Hal böyle olunca her fırsatta, bu Yeni Osmanlıcı siyasetin haklılığına dair cümleler kuruluyor. Örneğin, Erdoğan, partisinin Sakarya kongresinde yaptığı konuşmada “Birinci Dünya Savaşı’nda şartlar başka türlü zuhur etseydi Rakka, İdlib, Hama, Haleb sınırlarımız içinde kalacaktı” diyerek Suriye politikasına meşruiyet kazandırmaya çalışıyor. Son yaptığı konuşma da aynı minvalde. "Türkiye, Türkiye'den daha büyüktür" diyor ve "Ufkumuzu 782 bin kilometrekareyle sınırlandıramayız. İnsan nasıl kaderinden kurtulamazsa, Türkiye ve Türk milleti de mukadderatından kaçamaz, saklanamaz." şeklinde devam ediyor.
Demek ve inandırmak istiyor ki, “imparatorluk bizim kaderimiz”. Bunun için gençlere de görev veriyor:
“Gençler, unutmayın omuzlarınızda ağır bir yük taşıyorsunuz. Sadece 85 milyonun değil, gönül coğrafyamızdaki yüz milyonlarca kardeşimizin de umudunu taşıyorsunuz.”
Herşey iyi, güzel hoş da dış politikadaki bu Yeni Osmanlıcı siyasetin Türkiye’ye yüklediği ağır toplumsal maliyet nasıl ödenecek? Açlık ve sefaletin kol gezdiği, insanların barınamadığı, faturalarını ödeyemediği, gençlerin kendine bir gelecek hayali kuramadığı Türkiye’deki enkazı kim kaldıracak?