Dünyada çok az inanç vardır ki, Alevilik kadar barışçıl, hoşgörülü olsun. Dil, din, ırk, mezhep, cinsiyet bakımından hiçbir ötekisi yoktur, kimseyi düşmanlaştırmaz, şekilciliğe aldanmaz öze bakar. Tıpkı insanlar gibi tanrısıyla da yaşadığı doğayla da yarenlik eder, korkudan ziyade sevgiyi esas alır. Ama gelin görün ki, Aleviliğin de Alevilerin de uğradığı hışım, maruz kaldığı türlü türlü şiddet, tarihin her döneminde bitip tükenmemiştir hiç.
Bu yazımda iki gelişmeye değineceğim. Biri Madımak katliamıyla ilgili olanı… Sessiz sedasız biçimde Madımak hükümlüleri salıveriliyor. Kamuoyuna yansıyan bilgilere göre 35 insanın vahşice katledildiği Madımak Katliamı davası hükümlülerinden 17’si tahliye edildi. 6 kişinin daha tahliye edilmesi için de başvuruların yapıldığı belirtiliyor.
Hangi cezaevinden kimler tahliye edildi bilinmiyor; daha doğrusu bugüne kadar cezaevinde kimlerin olduğuna dair sorular hep yanıtsız kaldı. Şimdi yine bir açıklık yok. Türkiye’nin siyasal, sosyal, kültürel tarihini böylesine derinden etkilemiş bir katliamın cezaevindeki hükümlüleri büyük bir gizlilik içinde dışarıya çıkıyorlar.
Bilindiği gibi, Anayasa Mahkemesi, 2023 yılında Yunus Karataş’ın başvurusu üzerine verdiği kararda örgüt saptanamadığından dolayı 30 yılını tamamlayanların tahliye edilebileceklerine hükmetmişti. Zaten asıl sorun da bugüne kadar 8 saat boyunca müdahale edilmeyen bir vahşetin örgütsüz nasıl gerçekleştirildiğinin, olayları önlemekle sorumlu kamu görevlilerinin kasıt veya ihmalinin ne olduğunun açığa çıkarılamamasıydı. Nasıl olmuştu da İBDA-C, Hizbullah veya bir başka örgütün varlığı kanıtlanamamıştı? 5-10 bin kişilik bir saldırgan kalabalık, kendiliğinden böyle bir vahşeti gerçekleştirebilir miydi; örgüt olmadan.
Bir kentin meydanında güpegündüz yaşanan katliam ne kadar karanlıkta kaldı ise yargılama süreçleri de bir o kadar skandallarla dolu idi. İddianame alelacele hazırlandı; sanıklar bulunamadı, bazı sanıklar yargılanırken serbest bırakıldı ve bir daha izine rastlanamadı. Belediyelerde işe girenler, yurt dışına çıkanlar, işyeri açanlar, aranırken sigortası yatıp maaş alanlar, cezaevinde çocuk sahibi olanlar… Örneğin, yakalanamadığı ifade edilen meclis üyesi Cafer Erçakmak, 18 yıl boyunca, katliamın yaşandığı Sivas’ta elini kolunu sallayarak gezmişti de, Sivas’ta olduğu öldüğünde anlaşılmıştı. Herşey bu kadar tuhaftı.
Adaletin terazisi bir kez daha şaştı ve hükümlüler, vaktinden önce salıverilmeye başlandı. Nereden bakarsan bak vicdanları yaralayan, adalet duygusunu zedeleyen bir durum… Madımak, bir kez daha ateşe verildi şimdi.
Gözcü Baba arazisine Diyanet kondu
Alevi mekanları da Diyanet İşleri Başkanlığı’nın ya da çeşitli tarikat ve cemaatlerin tasallutundan kurtulamıyor. Alevi/Bektaşi inanç merkezleri arasında yeralan pek çok tekke, dergah, türbe ya tümüyle yok ediliyor ya da egemen din anlayışı doğrultusunda dönüştürülüyor. Bu yok etme ve dönüştürme politikaları, münferit değil, sistematik bir şekilde yıllardır sürüyor.
Son örneği de İstanbul’da Göztepe semtine de adını veren Gözcü Baba türbesinin arazisinin Diyanet İşleri Başkanlığı’na tahsis edilmesi ve bahçesinde inşaata başlanmasıdır. Tahsis, vakıf varlıklarının kullanılması ilkelerine tümüyle aykırı. Çünkü, vakıf mallarıyla ilgili düzenlemeler, kıyısından köşesinden dolanarak, kırpılarak, delinerek uyulamayacak yasalar değildir. Ancak, Türkiye’de hukuk, guguk kuşuna döndüğünden keyfilik alıp başını gitmiş durumda.
Gözcü Baba türbesinin bahçesinde şimdi hafriyat başladı. Bu inşaat seviciliğinin, bu betonperestliğin sonu yok sanki. Her yer bitti şimdi tekke-türbe arazileri betonlaştırılıyor.
Alevi Düşünce Ocağı Derneği (ADO), Alevi Bektaşi Kültür Enstitüsü (ABK) – Almanya ve Anadolu Alevi Canlar Federasyonu (AACF) adına İstanbul Vakıflar İkinci Bölge Müdürlüğü’ne konuyla ilgili bir itiraz yapıldı. Aynı zamanda durum, ilgili belediyelere ve CİMER’e de iletildi. Dilekçede işlemlerin taşınmazla ilgili vakfiyede belirtilen kullanım şekillerine aykırılık oluşturduğuna dikkat çekiliyor ve “Vakıf varlıklarının vakfedenin iradesine uygun olarak kullanılmasının zorunlu olduğu ilkesi ihlal edilmektedir” deniliyor. Çünkü taşınmaz, Şahkulu Sultan Dergahı Mehmet Ali Hilmi Dedebaba vakfiyesi kapsamında kaldığından nasıl kullanılacağı da açıkça ifade ediliyor; dolayısıyla vakfedenin iradesine uygun olması gerekiyor.
Alevi kurumları konuyla ilgili açıklamalar yaparak ulusal ve ulus üstü hukuka da aykırılıktan bahsediyor ama memlekette bir süredir hukukun esamisi okunmuyor.