Türkiye’nin içine düştüğü ağır sosyo-ekonomik, aynı zamanda siyasal ve kültürel krizin, 16. Yüzyılın başında ortaya çıkan, Osmanlı devletini yaklaşık bir asırdan fazla uğraştıran Celalilik olgusuyla şaşırtıcı benzerlikler taşıdığını düşünüyorum. Sanki, beş asırlık bir döngüselliğin içindeyiz.
Celalilik konusundaki çalışmaları referans alınan Prof. Dr. Mustafa Akdağ, bu süreci “Türk halkının dirlik ve düzenlik kavgası” olarak ifade eder. Bu kavgada paşalardan reayaya kadar herkes vardır.
Kavganın kıvılcımını Bozoklu Şeyh Celal’in isyanı çakar. Ağır vergi yükü altında ezilen köylü, şeyhleri Celal’in bıyıklarının kesilmesiyle- çünkü bıyık kesmek büyük bir hakarettir- bir büyük isyanı başlatır. İsyan başlayacaktır başlamasına da bıyık işin kıvılcımı olur. Çünkü, Osmanlı Devletinin merkezileşme sürecinde sistem dışına düşen Türkmenler, ağır vergi yükü altında inim inim inlemektedir. Buna bir de Şah İsmail (Safevi) bağlılığı, Yavuz Sultan Selim döneminde başlayan Alevilere yönelik kıyım politikası ve devletin şeriat esaslarına yaslanmasıyla da dinsel ve kültürel bakımından memnuniyetsiz bir kitle ortaya çıkar.
İşin esasında, coğrafi keşifler sonucunda ticaret yollarının yön değiştirmesiyle birlikte Osmanlı Devleti’nin jeopolitik değerini kaybetmesi, bunun sonucunda da ticaret yollarından elde ettiği kazançlarını yitirmesi vardır. İmparatorluk artık fetih yoluyla büyüme ve yeni ganimet elde etme imkanlarını kaybetmiştir.
Bir yandan yeni toprak elde edememek diğer yandan ticaret gelirlerinden olmak, devlet yönetimindeki adaletsizlik, bozulan tımar sistemi, aynı zamanda yaşanan dinsel-kültürel gerilim çok yönlü bir buhrana neden olur. Devlet, kasası boşaldıkça halktan aldığı vergiyi artırır. Tıpkı bugünkü Bakan Mehmet Şimşek’in yaptığı gibi uçan kaçan vergiden kurtulamaz. Öyle ki, ağır vergileri ödeyemediği için topraklarını ve köyünü terk eden köylü bu kez de Çiftbozanlık vergisi ödemek durumunda kalır.
Bozuk düzen, Pir Sultan Abdal’ın dizelerinde “Bu yıl bu dağların karı erimez/Eser badı saba yel bozuk bozuk/ Türkmen kalkıp yaylasına yürümez/Dağılmış aşiret il bozuk bozuk” şeklinde ifadesini bulur.
Vergisini ödeyemeyen köylüler, topraklarını terk ederek şehir ve kasabalara göçer ki buna çiftbozanlık denilir; haliyle üretim düşer. Aynı zamanda medrese öğrencileri ve medrese eğitimini tamamladığı halde iş bulamayanlar yani suhteler de başıboş, serseri gruplar oluşturarak asayişi bozar. Çiftbozanlar, toprakları elinden alınmış dirlik sahipleri, sekbanlar, leventler, suhteler ve mezhepsel uyumsuzluk yaşayan Türkmenlerin de içinde olduğu bir seri ayaklanma yaşanır. Şeyh Celal’in 1519’da başlattığı isyan bastırılır, Şah Veli isyanı çıkar, bu isyan bastırılır Baba Zünnun, Kalender Çelebi isyanı çıkar. 1598 yılında Sivas bölgesinde başlayan Karayazı isyanı ise Celalilikte bir dönüm noktası oluşturur. Çünkü artık beylerbeyleri sancakbeyleri, kapıkulları asayişsizliğin bir parçası haline geldiği gibi, ayaklanmalar tüm Anadolu’ya yayılmıştır.
17. yüzyılın ilk çeyreğine kadar yani bir asır süren halk hareketleri, her seferinde kanlı biçimde bastırılır ama ‘dirlik-düzenlik” yine de kurulamaz. Çünkü, Büyük Kaçgun döneminde Tımar sistemi tamamen bozulur ve köylünün toprakları mültezimlerin, ayanların veya yerel yöneticilerin eline geçer. Her bir yerde ağalar, beyler, paşalar, eşraftan ayandan kimseler kendi nüfuz alanlarını oluşturur.
Bugünkü özelleştirmeler gibi, devletin vergi tahsil etme yetkisini verdiği mültezimlerin, kanunlarda belirtilen miktarlardan fazla vergi tahsilatı gerçekleştirmesi, mültezim zulmüne karşı halkın kendisini korumak üzere seçtiği ayanların da mültezimlerle birlikte iş tutması zulmü ve yoksulluğu katbekat artırır. Sonuç, büyük kıtlıkların, insanlara keven yediren bir açlığın yaşanması olur.
Halk hareketleri bir asır sürer, mültezim ve ayân ittifakının zulmü de 17 ve 18. Yüzyıl boyunca nefessiz bırakır halkı…
Nitekim 17. Yüzyılda yaşamış ünlü devlet adamı Koçi Bey, 4. Murat’a sunduğu risalesinde çekilen sıkıntıları ifade ederken “Bu zulme reaya nasıl dayansın” der ve ekler:
“Osmanlı saltanatının şevk ve kudreti asker ile, askerin ayakta durması hazine iledir. Hazinenin geliri reaya iledir. Reayanın ayakta durması adalet iledir. Şimdi alem harap, reaya perişan, hazine noksan üzere. Kılıç erbabı bu halde… Bir taraftan İslam memleketleri elden gitmekte yine tedbiri görülmez, ilacı sorulmaz. Çeşitli sefahat eksilmez. Bu gaflet ne gaflettir”
Dejavu hissine kapıldınız mı şimdi?