“Bir deli kuyuya bir taş atmış, 40 akıllı çıkaramamış” derler ya bu son 10-15 gündür gündemde tutulan “siyasal Alevicilik” tartışması da biraz öyle. Kuyuya bir taş atıldı ama atan keşke deli olsaydı; basbayağı organizatör bir akıl devrede. Asgari mantıksal tutarlıktan yoksun, hiçbir gerçekliği bulunmayan bu ifadeyi kanırtarak gündemde tutmak için arka planda bir büyük politik hesabın olması gerekir.
Bu hesabı boşa düşürecek olan en başta İslam içi-dışı, Türk Alevi- Kürt Alevi- Arap Alevi gibi etnik tartışmaları konjonktürün gereği dışarıda bırakarak ortak tehdide karşı birlik görüntüsü verecek tüm Alevi örgütlenmesidir; ama yetmez eşitlik, barış ve kardeşlik, laiklik gibi vazgeçilmez kavramları savunan demokratik Sünnilerdir, sol ve sosyalistlerdir. Aksi takdirde izlenen bu mezhepçi siyasetin Türkiye’yi götüreceği yer bellidir.
Siyasal İslamcıların kendi mezhepçiliklerini örtbas etmek amacıyla kontra bir kavram olarak öne sürdükleri “Siyasal Alevicilik” var mıdır?
Söyleyelim; Siyasal Alevilik yoktur ve olamaz? Çünkü hem Alevilerin geçirdikleri tarihsel gelişim ama ondan öte Aleviliğin inançsal yapısı buna cevaz vermez. Alevilik farklı inançlardan aldığı unsurları harmanlayarak kendi özgü bir yapı ortaya çıkarmıştır. Senkretik yani bağdaştırmacı özelliğinden dolayı din ve inançlar arasında hiyerarşik bir ilişki kurmaz, temel ahlak ilkeleri vardır ve bu ilkeleri hayatında uygulayan kim varsa hepsini kabul eder.
Hepsinden önemlisi Sünnilik gibi tebliğci değildir, herkesi Müslüman yapmak gibi bir hedefi yoktur; tam tersine Alevilik kişiyi Alevi olması için çağırmaz, onu ikna etmek için uğraşmaz; tam tersine iter. Alevi olmak ancak özgür bir iradeye sahip bireyin topluluk huzurunda vereceği ikrar ile başlayacağından telkin anlamsızdır. Bunun en çarpıcı ifadesi “Gelme gelme, dönme dönmedir” şeklinde ifade edilir. Çünkü bir kez söz verdiğinizde o sözü ve ö sözün emrettiği ahlak kurallarını ömür boyunca uygulamanız ve her yıl yapılan görgü cemlerinde de güven tazelemeniz gerekir.
Ama Aleviliğin en önemli farklılıklarından birisi sistemin tümüyle rızalık üzerine kurulmuş olmasıdır ki, burada herkesin birbirinden razı olması gerekir; bu rızalık dini otorite için de geçerlidir. Yani dedenin, dedeliğini yapabilmesi için taliplerinin rızalık vermesi ilk şarttır. Bu, sorgulanamayan otoritenin olmadığı anlamına gelir. Dahası, Alevilik Tanrı-İnsan-doğayı aynı varlıktan sayar.Siyasal İslam, devletin hem dini kuralları esas almasını ister hem de toplumsal düzenin bu şeriatla yönetilmesini. Oysa Aleviliğin böyle iddiası dolayısıyla şeriatı yoktur.
Aleviliğin kısaca özetlediğimiz bu özelliklerinden dolayı partileşmesi de mümkün değildir. Kamuoyunda 1966 yılında kurulan Türkiye Birlik Partisi bir Alevi partisi gibi takdim edilir. Oysa bu parti ne devletin ne toplumun Alevilik kurallarına göre yönetilmesini ister. Resmi belgelerinde bu yönde en küçük bir ima dahi olmadığı gibi böyle bir niyet de yoktur.
Aynı şekilde Sivas katliamına duyulan tepkisellikle 1995 yılında kurulan Barış Partisi de bir Alevi partisi değildir. Türkiye Birlik Partisi parti programı esas alında bir merkez partisi gibi gözükür, Barış Partisi ise 1990’ların küreselleşme ve liberalleşme dalgası içerisinde liberal parti olarak doğar. Ancak bu partilerde Alevi isimlerin çokluğundan hareketle Alevi partisi iddiası öne sürülür ki, bu da Türkiye’deki Sünni dindarlığının kendisinden başka kimseye siyasallaşma hakkını kabul etmemesinden kaynaklanır. Yani mezhepçiliğinden…