İlk dört halifeden üçünün öldürüldüğü bir dinin mensuplarının günümüzdeki hali de geçmişten farklı değil. Bir türlü iç huzurunu bulamamış, sürekli olarak kendi içinde şiddet üretmiş, her birinin diğerini tekfir ettiği bir dini gelenekle karşı karşıyayız. Oysa ne derler; “İslam barış ve huzur dinidir.”
Şeriatçı HTŞ lideri Golani’nin, bugün sırtındaki ABD askeri kıyafeti ile kaleden seyrettiği Şam, Emevi zulmü ile tarihe geçmişti. Yezid’in askerlerince 72 yoldaşı ile birlikte günlerce susuz bırakıldıktan sonra katledilen Hz. Hüseyin, o dinin peygamberinin torunları idi. Kerbela’daki vahşetten sonra Hüseyin’in kesilen başı, kuş sütünün eksik olmadığı sofrada Yezid’in önüne bir tepsi içinde konulmuştu.  Ehlibeyt kadınları çıplak develer üstünde, ayakları ve elleri zincirlenmiş, perperişan, aç bilaç halde iken Şam sokaklarında gezdirilmişti de çoğunluklar tıpkı bugün olduğu gibi zevk içinde kalmışlardı.
Şam, böyle bir Şam işte… Şimdi birilerinin o Şam’daki Emevi camiinde namaz kılmak için yarışa girdiği hatırlanacak olursa mezhepçiliğin, tekfirciliğin bir fıtrata dönüştüğünü, coğrafyanın hususiyeti olduğunu söyleyebiliriz.
Suriye’deki gelişmelere bakalım.
HTŞ’nin Halep’ten başlayıp Şam’da sonuçlanan ve bugün artık ABD ve İsrail’in basbayağı Suriye operasyonu olarak değerlendirilebilecek harekatı, Baas rejiminin çöküşü ile sonuçlandı. Esad ailesiyle birlikte Moskova’ya sığındı ve böylece cihatçı Selefilik işbaşına geçti.
Madem ki sorun olan Esad idi. Şimdi Esad gittiğine göre Suriye’ye yönelik durdurak bilmeyen İsrail saldırıları neden?
İsrail, göz göre göre Suriye’yi yok ediyor, kötürümleştiriyor.
 'İsrail'e yönelik stratejik tehditleri bertaraf etmek' için yapıldığı söylenen geniş harekatta, su kaynaklarının olduğu stratejik bölgeler fiilen işgal edildi. Suriye’nin bütün askeri varlığı ve altyapısı hedef alınacak biçimde saldırılar gerçekleştirildi. Askeri birimler, silah üretim sistemleri, savaş uçakları, hava üsleri, donanması, havaalanları, bilimsel araştırma merkezleri vuruldu; bu arada bilim adamlarından öldürülenler oldu. Deyim yerindeyse canlı görülen her yer vuruluyor.
İsrail saldırganlığı öyle bir aşamaya ulaştı ki, Suriye’ye ait Golan tepelerindeki tampon bölgede işgal ettiği alanları genişletmek için harekete geçti ve buradaki Hermon Dağı’na İsrail bayrağını dikti.  
Netanyahu, Golan Tepeleri'nde tampon bölge ve silahtan arındırılmış bölgenin sınırlarını belirleyen 1974 tarihli anlaşmanın çöktüğünü ifade ederken Golan Tepeleri'nin 'sonsuza dek' İsrail'in ayrılmaz bir parçası olduğunu söylüyor. İsrail’in Şam’a 20-30 km mesafeye kadar ilerlediği belirtiliyor. Suriye topraklarındaki bu ilerleyiş, 1973’den sonra ilk kez görülen bir durum.
Lübnan sınır hattı ve Şam yönünde genişleyen işgal ise başta BM olmak üzere bazı batılı ülkelerin de karşı çıkmasına rağmen devam ediyor. İsrail, dünyayı umursamadan, vahşi saldırganlığını sürdürüyor. Hal böyle iken Şam kalesinden poz veren HTŞ lideri Golani’nin ağzını bıçak açmıyor; batılı ülkelere“korkularınız yersiz” mesajı gönderirken düşmanlarının İran, Hizbullah ve eski rejim olduğunu ifade ediyor.
Anlıyoruz ki, İslamcı çevrelerin büyük bir kısmının 2023 yılının ekim ayından beri İsrail’in Gazze’de gerçekleştirdiği soykırım karşısında döktükleri gözyaşları timsah gözyaşları. Kurt ile kuzuyu yiyip çobanla ağlayan konumundaki bu zümrenin İsrail karşıtlığının bir tiyatrodan ibaret olduğunu görmeyen kaldı mı?
Sadece Golani değil İslam ülkelerinin hiçbiri, Suriye’nin kolunu kanadını kıran, bir defa daha başını kaldıramayacak, kendi kendine yetemeyecek hale getiren İsrail saldırganlığı karşısında cümle kuramıyor. Çünkü, bu coğrafyanın ruhunda mezhepçilik var. Bu mezhepçilik, İsrail’i dost, İran’ı Suriye’yi düşman yapıyor.
Ne demişti püsküllü tarihçi? “Keşke Yunan kazansaydı, ne halifelik giderdi ne saltanat”
Ya “Büyük Doğucu” Necip Fazıl? Milli Görüş’ün gençlik örgütlenmesi Akıncılar geleneğinin içinden çıkan eski bir AKP Milletvekili aktarmıştı Necip Fazıl’ın o cümlesini…
“Makarios Müslüman olsun, Kıbrıs Makarios’un olsun”