Türkiye ve Rusya’nın öncülüğü İran’ın da katılımıyla Suriye krizine barışçıl bir çözüm bulmayı amaçlayan Astana Süreci, HTŞ’nin Esad rejimini devirmesi ve Suriye’nin tüm bölgelerinde kontrolsüz bir paylaşım savaşının başlamasıyla çöktü...
2017 Ocak ayında kurulan Astana Platformu’nun yedi yılı aşkın varlığı süresince tek başarısı Suriye’deki savaşı “dondurmak” olmuştu. Ancak bu süre içinde bölgedeki sorunlar bir türlü çözülememişti: çünkü süreci başlatan iki devletin Türkiye ve Rusya’nın Suriye’nin geleceği konusundaki tasavvurları birbirine taban tabana zıttı...
En başta Türkiye, Esad rejimine karşıydı; Rusya’nın amacı ise o rejimi korumaktı...
Dolayısıyla Türkiye Esad muhaliflerine yakın dururken, Rusya Esad yönetimi ile birlikte Türkiye’nin “güvenlik bölgesinde” bekleyen ve gelecekteki saldırıya hazırlanan rejim muhaliflerini etkisiz hale getirecek yollar aramaktaydı...
İran’ın niyetinin de bu olduğu açıktı ve bu da çok doğaldı.
***
Sonuçta halen Türkiye, Rusya ve İran Astana sürecinden söz etseler de bu sürecin bir anlamı kalmadı...
Şu anda cevap aranması gereken soru, Astana Platformunu oluşturan üç ülkenin geleceğe ilişkin planları...
Ancak bu planları tartışmadan önce bu üç gücün yaşanan değişimden nasıl etkilendiğine bir göz atmak gerekiyor. Çünkü sonuçta kimin planının uygulanacağını belirleyecek unsur, oyuna katılanların güç oranları olacak.
***
Astana Süreci’nin üç oyuncusunda ikisinin (Rusya ve İran) “kaybedenler” tarafında yer aldığı açık...
Akdeniz kıyısındaki askeri üslerini kaybetme riski ile karşı karşıya kalan Rusya, Ukrayna Savaşı sürecinde bazı toprak kazanımları gerçekleştirse de ekonomik açıdan büyük zararlara uğramış durumda. Çin’in Rusya’nın yanında yer alması ve BRICS içinde ilişkileri geliştiren ülkelerin Rusya’ya karşı uygulanan ambargoların etkisini bir ölçüde kırması uğranan zararların yıkıcı boyutlara ulaşmasını engellese de sıkıntıların büyümesini engellemiyor...
İran da ekonomik güçlüklerle karşı karşıya... Yaptırımların getirdiği kısıtlamalar, düşük büyüme oranı, döviz fiyatlarının İran parası karşısında devamlı artması, gelir dağılımının bozulması gibi kronik sorunlar büyüyerek devam ediyor. Bunların yanı sıra İsrail’in saldırılarının hem İran’da hem de İran’ın bölgeye uzanan kollarında yarattığı güç kaybı ve iç tartışmalar bu ülkenin siyasal hareket alanını daraltmış bulunuyor.
***
Birkaç gün önce The Telegraph Ekonomi Editörü Ambrose Evans-Pritchard Rusya ekonomisinin karşı karşıya bulunduğu güçlükleri sıralayan bir makale yazdı...
"Putin çöküşe sandığımızdan daha yakın" başlıklı makalede Rusya Merkez Bankasının enflasyon sarmalını engellemek için faiz oranlarını %21'e çıkarması, Rusya'nın en büyük bankası olan Sberbank'ın CEO'su German Gref’in "Ekonomi bu şekilde uzun süre var olamaz” uyarısı yapması, Rus savunma devi Rostec'in başkanı Sergei Chemezov’un parasal sıkışmaya işaret ederek "Böyle devam edersek, çoğu şirket iflas edecek” demesi gibi olgular yer alıyor...
Yazar, makalesini şöyle bitiriyor:
“Rusya ise dünya ile giriştiği ekonomik yarışı yavaş yavaş kaybediyor. Kremlin'in petrol ihracat gelirleri yüksek yoğunluklu bir savaşı sürdürmek için yeterli değil. Ve Vladimir Putin'in çevresinde Rusya'ya bir ruble bile ödünç para verebilecek kimse kalmadı.”
***
Türkiye’ye gelince...
Her ne kadar iktidar yandaşları ilk başta HTŞ ve diğer muhalif güçlerin kazanımları karşısında heyecanlanıp zafer havasına girmiş olsalar da sahada kazanılan bazı avantajlara karşın Türkiye’nin karşısındaki risklerin de büyüdüğü çok açık...
En başta Rusya ve İran’ı etkileyen ekonomik sıkıntıların Türkiye’yi de pençesine aldığı gerçeğini görmek gerekiyor...
Türkiye, Suriye’deki savaş dolayısıyla ekonomisi zarar gören çevre ülkelerinin başında yer alıyor. Ülkenin ekonomik göstergelerini gerileten olayların başında ise Suriye’deki savaşın ve Suriyeli göçmenlerin yol açtığı harcamalar geliyor...
Türkiye’nin karşısındaki en büyük açmaz şu:
Suriye’nin geleceğinde etkin bir rol almak amacıyla yürütülen faaliyetler yapılan harcamaları artırıyor.
***
Bu harcamaların ortadan kalkmasa bile azaltılması Suriye’de öngörülebilir bir gelecekte barışın sağlanmasına bağlı...
Ne var ki HTŞ ve müttefiklerinin kazandığı zafer barışı getirecek gibi görünmüyor...
Çünkü hem HTŞ’nin hem de PKK/PYD’nin arkasında ABD-İsrail var ve bu iki ülke bölgede istikrar değil istikrarsızlık istiyor.
***
Sonuçta şu gerçeği görmek gerekiyor:
Bu savaşın gerçek kazananları ABD ve İsrail...
Bu iki ülke, Türkiye’nin Suriye’nin geleceğinin belirlenmesi sürecine katılmasını istemiyor...
Bu güçlere başta İngiltere olmak üzere Batı Avrupalı müttefiklerin güçlerini de ilave ettiğimizde şu soru gündeme geliyor:
Türkiye’nin gücü bu “cephe”nin gücünü geriletmeye ya da dengelemeye yetecek mi?
(Devam edecek)