Önceki yazımızda Birinci Dünya Savaşı öncesinde Osmanlı devletinin kendisini “hasta adam” olarak adlandıran emperyalist devletler tarafından “paylaşım masasına” yatırıldığını...

İngiltere, Fransa ve Rusya’nın Sykes-Picot Anlaşmasını imzalayarak Osmanlı devletini paylaşma konusunda aralarında anlaştıklarını...

Birinci Dünya Savaşı’nı Almanya kazansaydı bile sonucun Osmanlı İmparatorluğu açısından çok farklı olmayacağını, çünkü Almanya’nın amacının da tıpkı İngiltere, Fransa, Rusya gibi Osmanlı devletinin toprakları kendi sömürge imparatorluğuna katmak, petrol bölgelerini kontrolü altına almak, Osmanlı devleti tarafından yönetilen Arap ülkeleri üzerinde kendi nüfuzunu kurmak olduğunu söylemiştik.

***

İngiltere, Fransa ve Rusya tarafından imzalanan Sykes-Picot Anlaşması’na göre savaş sonunda Fransa Çukurova bölgesini, Orta Anadolu’nun bir bölümünü, Lübnan’ı, Suriye’nin Akdeniz sahili boyunca uzanan bölümünü...

İngiltere, Bağdat ve Basra ile Mezopotamya’yı, Suriye kıyısındaki Hayfa ve Akka limanlarını kendi nüfuz alanları içine alacaklardı...

Bu bölgelerde işbirlikçi Araplar tarafından yönetilecek sözde devletçikler oluşturulacaktı. Filistin uluslararası bir rejim tarafından yönetilecek, İskenderun serbest bölge olacaktı.

***

Mesele Sykes-Picot Anlaşması ile de bitmiyordu...

İtalya, İzmir, Antalya, Mersin ve Adana bölgesini talep ediyordu. Bu talep karşılandığı takdirde o da Sykes-Picot Anlaşmasını kabul edecekti...

Ancak İzmir, İngiltere tarafından savaşa sonradan katılan  Yunanistan’a “bağışlanınca” İtalya anlaşmayı onaylamaktan vazgeçti.

***

Rusya’daki Çarlık yönetimine ise Erzurum, Trabzon, Van, Bitlis vilayetlerinin yanı sıra kurulacak “Ermenistan” ve “Kürdistan” kukla devletlerinin vasiliği verilecekti. Rusya’nın Karadeniz üzerindeki nüfuz alanları ve Boğazlar üzerindeki hakları ise daha sonra belirlenecekti...

Ancak Anlaşma en büyük darbeyi Rusya’da 1917 yılı Ekim ayında Bolşevik Partisi’nin iktidarı ele geçirmesi ile yedi...

Lenin önderliğindeki yeni Rus hükümeti Rusya’nın bu anlaşmayı tanımayacağını ilan ederken anlaşma ile ilgili tüm belgeleri açıklayarak Araplar’a özgürlük vaad eden İngiltere ve Fransa’nın emperyalist amaçlarını dünyaya ifşa etti.

***

Bu arada ABD de Birinci Dünya Savaşı sonrasında gözlerini Osmanlı İmparatorluğu’nun mirasına diken ülkeler arasına katılmış bulunuyordu...

Ancak İngiltere ve Fransa gibi sömürgecilikten sabıkalı ülkelerin çektiği tepkilere hedef olmamak için bu ülke “yeni sömürgecilik” adı verilen bir yöntem geliştirmişti...

Bu yöntem uyarınca ABD,  “Ermenistan” ve “Kürdistan”ın yanı sıra Boğazların ve Osmanlı devletinin parçalanmasının ardından Anadolu’da kalacak olan toprakların “manda”sını üstlenecekti.

***

“Vekalet” olarak tercüme edilebilecek olan “manda” (mandat) yönetimi, kendini yönetmeye ehil olmayan ilkel bir milletin idari vekaletini üstlenmek anlamına geliyordu....

ABD Başkanı Wilson manda yönetimiyle bir yandan “ulusların kendi kaderini tayin hakkı”nı savunarak “Ermenistan” ve “Kürdistan” devletlerinin kurulmasına yolu açarken diğer yandan Türkleri kendini yönetmeye ehil görmediği için onlar adına yönetimi üstlenmek “fedakarlığını” üzerine alabileceğini açıklıyordu!..

İşin en acı tarafı ise ulusal kurtuluş savaşımızın önde gelen isimleri arasında yer alan Rauf Orbay gibi bir Heyet-i Temsiliye üyesi ile Halide Edip Adıvar gibi ünlü isimlerin de Sivas Kongresinde Amerikan mandasının savunucuları arasında yer almasıydı.

***

Bu arada Türkiye’deki ABD çıkarlarını temsil eden Amerikan Komiseri Ravndal tarafından hazırlanan bir rapor, bu devletin temsilcilerinin yönetimine talip olduğu Türk halkı hakkındaki düşüncelerini şu sözlerle özetliyordu:

“Türkler ne kendilerini yönetebilirler ne de başkalarını, ama ıslah edilmeye değerdirler. Bir manda yönetimi gereklidir. Ahlaki ve maddi yönden ABD mandası en uygunu olabilir. (...) Türk hükümetini İstanbul’da bırakmak bir hata olur, çünkü bu, Türklerin Avrupa politikalarını izlemelerine ve Rusya ve Yunanistan’la ardı kesilmeden çıkan dertlere karışmalarına neden olur. ABD İstanbul mandasını üzerine almazsa, Büyük Britanya mandayı İtalya’ya bırakabilir. Biz almazsak Türk Hükümeti İstanbul’da kalabilir. (...) İyi bir sonuç almak için ABD’ye Kürdistan’a kadar bütün bölge gereklidir. Birleşik Devletler (ABD) sadece Ermenistan’ı ve İstanbul’u alırsa ve arada etki alanları demek olan acayip bir yorgan kalırsa sonuç kötü olur. (...) Savaşa milyarlar harcayacak yerde mandaya milyonlar harcamak daha akıllıcadır (...) Hükümet Konya’ya ya da Ankara’ya götürülebilir, Padişah’a ise İstanbul’da Halife olarak kalma olanağı tanınabilir.” (Bkz. Amerikan Gizli Belgeleriyle Türkiye’nin Kurtuluş Yılları”, Orhan  Duru, İş Bankası Yayınları, s. 26-27).

***

 ABD Başkanı Wilson da bu dönemde açıkladığı on dört maddelik beyannamesinde ABD liderliğinde bir Milletler Cemiyeti oluşturulmasını öneriyor, İstanbul ve Boğazlar’ın yanı sıra kurulacak Ermenistan, Kürdistan ve Orta Anadolu’daki Türkiye’nin vesayetinin bu cemiyete verilmesi bir seçenek olarak sunuyordu...

Wilson’un açıklamasında dile getirdiği “serbest ticaret” ilkesi ise adeta ABD’nin 1990’lı yıllarda tüm dünyaya kabul ettireceği neo-liberal yeni dünya düzeninin bir habercisiydi.

***

Bu gerçekleri bilmeden bugünü anlamak mümkün değildir...

Yazımızın başında tarihte hiçbir şeyin tekerrür etmediğini söylemiştik...

Ama bu saptama şu gerçeği değiştirmez: “Büyük devletler emperyalist politikalarından vazgeçmez.”