Yeni yılın başlangıcını simgeleyen 1 Ocak aslında yarattığımız zaman kavramı içinde dünyanın güneşin etrafındaki turunu tamamladığını belirten sıradan bir gündür...
Yani o günün başka günlerden bir farkı yoktur.
***
Peki, o zaman neden her yeni yıla girerken gelmekte olanın gidenden daha iyi olacağını düşleriz?..
Çünkü insan doğası her zaman içinde yaşadığı koşulları aşmaya, “yeni”nin peşinde koşmaya, bulamazsa eskinin üzerine “yeni umut yamaları yapıştırmaya” koşullanmıştır.
***
Yeni yılın yeni umutlarla bütünleşmesi, gerçekleşmeyen umutların her yıl bir sonrakine devredilmesi bir yanılsama olsa bile “hoş”tur...
Çünkü yanılsama her koşul altında “boş bir şey” değildir!..
Zaman olur yanılsamalar insanlara “umut” verir ve onların potansiyel güçlerini harekete geçirir...
İnsanı insan yapan da budur!
***
İnsanın “yeni” olarak nitelediği her şey, aslında ezeli ve ebedi bir umutla bütünleşmiştir...
Umutlar tam olarak gerçekleşmese bile bu o kadar önemli değildir...
Çünkü insanın potansiyeli, tıpkı umudun kendisi gibi hiçbir zaman tam olarak gerçekleşmeyecektir.
***
Bu açıdan bakıldığında umut da tıpkı insanın kendisi gibi “üretim hatası” olarak nitelenebilir...
Fark, birini doğanın diğerini insanın yaratmış olmasıdır..
Doğanın yarattığı tüm varlıklar içinde bir tek insan soyut anlamda düşünebilir ve yalnızca insan geleceğe yönelik umutlar besleyebilir.
***
Bunun en somut örneği yapay zekalı robotlardır...
İnsanı bugüne kadar diğer canlılar üzerinde egemen kılmış olan soyut düşünme gücü, şimdilerde insanın kendisi tarafından yaratılmış “robotların” eline geçmektedir. Bugüne kadar hiçbir canlının yapamadığını belki bir gün yapay zekalı robotlar yapacak, insanı tahtından onlar indirecektir!..
Ama robotlar hiçbir zaman bir “umut” taşımayacaktır!
***
İnsanı diğer canlılardan ayıran bir başka özellik “ölümsüzlük” ve “ebedi saadet” peşinde koşmasıdır...
İnsan düşüncesinin mutluluk alanı olan “ütopyalar” ve “cennetler” bu dünyada asla bulamayacağımız “saadeti” ifade eden kavramlardır. Saadete ulaşma umudu olmasaydı, insanların ezici bir çoğunluğu için dünya bir cehennem olmaz mıydı?..
Robotlar böyle dertler ve düşüncelerle boğuşmayacak, boş umutlar beslemeyecek, felsefe de yapmayacaktır...
Çünkü felsefe, bir bakıma insanın umut arayışıdır...
Platon’un “ideler dünyası”, Kant’ın akılcılığa bel bağlaması, Hegel’in aklı temsil eden filozof üzerine hayaller kurması, Nietzche’nin “üstün insan” peşinde koşması, Marx’ın özgürlük ve dayanışmanın tüm dünyaya egemen olacağı rüyası, “varoluşçu Sartre’ın” hayatta bir anlam araması, bunların hepsi “felsefe” aracılığıyla bir umut arayışı değilse nedir? Bu açıdan bakıldığında felsefeler, ütopyalar, dinler ve geleceğe yönelik umutlar arasında yakın bir akrabalık bağı yok mudur!..
Bu sorunu araştırmak amacıyla ünlü Alman felsefecisi Ernst Bloch “Umut İlkesi” adlı üç ciltlik koca bir kitap yazmıştır, ama bu sorular hâlâ insanların aklını kurcalamaya devam etmektedir.
***
Umut aynı zamanda insanlar için en büyük “teselli”dir...
Bir düşünelim...
Umut olmasaydı, bu dünyanın getirdiği eşitsizliklere, acılara, hayal kırıklıklarına katlanabilir miydik?
***
Her şey bir yana, ülkemiz bir “fakirler ülkesi” olma yolunda hızla ilerlemektedir...
Halkımız bugünleri görmüş gibi umut için “fakirin ekmeği” demiştir...
Kısacası, umutsuzluk hiç de iyi bir şey değildir.
***
O nedenle hoşgeldin yeni yıl...
Umarım bize yeni umutlar getirirsin!