Önceki yazımızda küresel ekonomi merkezlerinin finans kapitalin egemenliğine girdiği emperyalizm çağında Batılı mali sistem içinde yer alan “az gelişmiş” ülkelerin bağımsız gelişme gücünü kaybettiğini söylemiş...
Üretim gücünü yeterince artıramayan, kendi kaynaklarına sahip çıkamayan, yeni kaynaklar yaratamayan bu ülkelerin bunalımdan çıkmalarının çok daha zor hale geldiğini sözlerimize eklemiştik...
1930’lu yıllarda Türkiye’nin Batı’nın empoze ettiği “piyasa ekonomisinden” uzaklaşarak “sosyalist ülkeler” ile yakınlaşmasını ve “devletçilik” olarak tanımlanan kamucu ekonomi politikaları uygulamasını bu çemberden çıkma arayışına bağlamıştık.
***
Aslında Türkiye girdiği o yolda devam edebilseydi, 1960’lı yıllarda tüm dünyada emperyalist politikalara karşı yaygınlaşan ulusalcı ve kamucu tepkilerin doğurduğu “bloksuzluk” ve “kapitalist olmayan yol” hareketlerinin öncüsü haline gelebilirdi...
Ne var ki, İkinci Dünya Savaşı sonrasında gelişen özel sermaye güçlerinin taleplerinin ve emperyalist ülkelerin Sovyetler Birliğini bloke etmek için başlattığı soğuk savaşın da etkisiyle Türkiye ABD’nin başını çektiği Batı Bloku içinde yer almayı tercih etti...
Böyle olunca, ülkedeki bağımsız gelişme” eğilimleri söndü ve Türkiye kamu sektörünü adım adım tasfiye ederek ekonomisini dışa bağımlı hale getirmek zorunda kaldı.
***
Bu tasfiye hareketi 1960’lı yılların sonlarında Çin’in ABD ile Sovyetler Birliği’ne karşı ittifak kurması, Sovyetler Birliği yöneticilerinin de devlet sistemlerini dağıtarak “Doğu Bloku” ve “bloksuzluk” hareketi içinde yer alan ülkeleri kendi kaderleri ile baş başa bırakmasından sonra “küresel” bir özellik kazandı...
Ortadoğu’ya yeni bir şekil vermek için hazırlanan Büyük Ortadoğu Projesi (BOP) bu ortamın bir ürünüydü. ABD ve Batılı güçler bu ortamdan yararlanarak 1960’lı yıllarda Arap ülkelerinde BAAS partileri tarafından izlenen “bağımsızlıkçı” politikaları ortadan kaldırmayı ve bu ülkeleri parçalayarak Ortadoğu’da küresel sisteme tabi küçük devletçiklerden oluşan bir sistem yaratmayı planladılar...
Bu projenin ön hazırlıkları 1980 yılında Türkiye’de yapılan askeri darbe ile başlatılmıştı. Daha sonra projenin “birinci ayağı” 1990’lı ve 2000’li yıllarda Irak’ta uygulamaya konuldu. 2010 yılında başlatılan “Arap Baharı” operasyonları projenin “ikinci ayağını” oluşturuyordu. O ayak da geçtiğimiz günlerde Suriye’deki BAAS rejiminin yıkılmasıyla tamamlandı...
Gelinen noktada BOP büyük ölçüde amacına ulaşmış bulunmaktadır.
***
Ne var ki bu ortam, bazılarının zannettiği gibi Türkiye için yeni gelişme imkanları yaratmayacak, aksine ülkenin içinde bulunduğu ekonomik ve siyasal sıkıntıları daha da artıracaktır...
Çünkü bu aşamadan sonra Batılı emperyalist ülkelerin hedefinde bölgede emperyalizme karşı direnme potansiyeline sahip olan yalnızca iki ülke kalmış bulunmaktadır...
Bunlardan birincisi Türkiye, İkincisi İran’dır.
***
Suriye operasyonu yalnızca Arap ülkelerindeki direniş çabalarını değil Türkiye ve İran’ın Rusya ile birlikte oluşturduğu Astana Platformunu da fiilen bitirmiştir...
Bu durumun yarattığı olumsuz etkiler Türkiye’nin izlemeyle çalıştığı “denge politikası”nı giderek uygulanamaz hale getirecektir...
Bunun sonucunda, Türkiye’nin Batı eksenli konumu daha da pekişecek, bu durum, ekonomiyi de olumsuz yönde etkileyecektir. Türkiye’nin “denge politikası” döneminde Batı’nın empoze ettiği ekonomik politikalara karşı alternatifler arama ve BRICS ülkeleriyle yakınlaşma politikaları da bu süreçte rafa kaldırılacaktır.
***
Türkiye ekonomisini zorlayacak bir diğer faktör de “Suriye sorunu” olacaktır...
Bu sorunun bugüne kadar ülkeye çıkardığı maliyeti hesaplamak bile mümkün değildir. Milyonlarca göçmenin yaşam koşullarının sağlanması, bunlara ücretsiz hizmet verilmesi, Suriye’de Türkiye’nin desteğiyle oluşturulan Suriye Milli Ordusunun eğitimi ve donatımı için yapılan masraflar göründüğü kadarıyla bu aşamadan sonra da bitmeyecek, daha da artacaktır...
Bu masrafların yanı sıra 1980’li yıllardan bu yana uygulanan neo-liberal ekonomi politikalarının yarattığı borç/faiz sarmalına giden paralar, “yap-işlet” modelinin yol açtığı giderler, “sıcak para” akımlarının durgunlaşması nedeniyle önümüzdeki dönemde “kaynak sorunu” daha ciddi bir hal alacaktır.
***
Bu durumda dışarıdan bulunamayan kaynak, ekonomik krizin darbesini yiyen toplumun dar gelirli kesimine ayrılan paydan yapılacak kesintilerle sağlanmaya çalışılacaktır...
Dolaylı vergilerin sürekli artırılması ve asgari ücretin resmi enflasyonun altında kalan bir oranda belirlenmesi bunu göstermektedir. Emekli maaşına ve kamu çalışanlarına yapılacak zamların da beklentilerin altında kalacağının işaretleri verilmiştir...
Türkiye’yi ve çalışan kesimleri önümüzdeki dönemde çok daha zor günler beklemektedir.
(Bitti)