Suriye’de Baas rejiminin sona ermesiyle bir fetih havası yaşayan Türkiye’deki milliyetçi-İslamcı kamuoyu, Emevi camiinde namaz kılma yarışına girdi. Önce MİT Müsteşarı İbrahim Kalın’ı camide gördük; Kalın, ayrıca HTŞ lideri Golani’nin kullandığı araçla Şam sokaklarında gezerken görüldü. Sonra iktidar yanlısı bazı gazeteciler, “Emevi camisinde namazımızı kıldık, çok şükür” ifadeleriyle görüntü verdi. 
Hal böyle olunca Emevi camiinde kılınan namazın daha mı çok sevap kazandırdığı sorulup durdu. Ayrıca, anladık ki ülkemizde epey bir Muaviye yanlısı var; çünkü Muaviye’yi “büyük sahabe” olarak nitelendirip türbesini tavaf eden ve “Kabri Şiilerden temizlendi” diye yazan akademik unvanlı kişiler dahi var. 
Dini konularda ahkâm kesecek değilim ama Emevi Camii’nde namaz kılmanın fazladan sevap getirmediğini söylemek için de ilahiyatçı olmak gerekmez. Emevi Camii de herhangi bir cami veya mescitten farksız bu anlamda. Ancak bu caminin İslam tarihinde önemli bir sembol olduğunu, Ali-Muaviye çatışması ile başlayan ve Kerbela vakasıyla sonuçlanan süreçte cami ve Şam şehrinin dini ve politik bir çerçeveye oturduğunu söylememiz lazım.
Emevi camisi öncesinde bir kilise idi ve Suriye’nin İslam ordularınca ele geçirilmesinden sonra fethin simgesi olarak camiye dönüştürüldü. Suriye valiliğini Muaviye yapmaktaydı.
Üçüncü halife Osman’ın da akrabası olan Muaviye ile Ali arasında ise büyük bir çatışma yaşanıyordu. 
Muaviye, Osman’ın katledilmesinden Ali’yi sorumlu tutuyor ve dolayısıyla halifeliğini tanımıyordu.  Nihayet iki tarafın ordusu bugünkü Rakka bölgesinde bulunan Sıffin’de karşılaştı. Üç ay süren savaşta yenileceğini anlayan Muaviye, askerlerine mızrakların ucuna Kuran sayfalarını takmalarını emretti. Bu, dini siyasete alet etmek anlamına geliyordu.
Oyuna gelen Ali taraftarları bu durumda çatışmak istemedi ve hakem olayı yaşandı. İslam tarihinde bir dönüm noktası sayılan ve ilk fitne şeklinde değerlendirilen hakem olayı, anlaşmazlığı çözmeye yetmedi ve Ali’nin konumu zayıfladı. Muaviye ise taraftarlarınca halife ilan edildi. Böylece, Şam’da Muaviye, Kufe’de ise Ali’nin hilafetliğinde iki merkez ortaya çıktı. Bir süre sonra Hz. Ali de öldürülünce halifelik Şam’da kaldı; Ali’nin oğullarından Hasan, Muaviye sonrasında iktidara gelen Yezid’e bağlılığını bildirse de zehirlenerek öldürüldü. Hüseyin ise Yezid’in halifeliğini kabul etmeyerek savaştı ve Kerbela’da 72 yoldaşı ile birlikte günlerce aç susuz bırakılarak öldürüldü. 
Tarihi kaynaklarda yeralan bilgilere göre Hz. Hüseyin’in kesilen başı, Kerbela’da kazandığı zaferi kutlamak için eğlence tertip eden Yezid’in önüne tepsi içinde konulur. Camide teşhir edildikten sonra rivayet odur ki, kesik baş burada toprağa gömülür. Daha trajik olanı Kerbela’daki savaş alanından getirilen Ehlibeyt kadınları ve çocuklarının, aç susuz bırakıldıkları uzun bir yolculuk sonrası getirildikleri Şam’da, çıplak develer üzerinde teşhir amaçlı gezdirilmesi ve binbir eziyete maruz bırakılmasıdır. 
Kerbela ile birlikte Şii ve Sünni ayrımı derinleşir ve bu ayrılık halen devam eder. Emeviler, Sünniliği kurumsallaştırıp bir iktidar dini haline getirirken Şiiler de muhalefeti temsil eder.
Dolayısıyla Emevilerin zaferinin nişanesi olarak görülür bu cami. 
Emevi Camii’nin anlamı, 2011’de silahlı çatışmalar başladığında Siyasal İslamcılar için geçmişte taşıdığı anlam ne ise oydu. Selefi cihatçılar bu camiyi Şam’ı ele geçirmenin ve hükümeti devirmenin sembolü olarak görüyorlardı. Çünkü, başta Arap Alevisi Esad ailesi vardı ve bu cihatçı gruplara göre Aleviler, Şiiler katli vacip topluluklardı. 
Aslında ABD’nin İsrail’in güvenliğini sağlamak ve yayılmacılığını desteklemek adına geliştirdiği Büyük Ortadoğu Projesi’nin hedefinde de Suriye ve İran var. Bu çerçevede temel bir motivasyon kaynağına dönüşen “Emevi Camii’nde namaz kılma” söylemi, politik bir işlevsellik kazanmış durumda. 
ABD öncülüğündeki batılı güçler açısından İran, İsrail için bir tehdit ve tehlike… Ama aynı İran ve Suriye, Sünni dünya için tarihsel bir rakip. ABD’nin siyasal projesi ile İslam dünyasında karşılığı olan dini ayrışmanın örtüştüğü bir dönüm noktasındayız. Gelecek çok daha çatışmalı ve karanlık şimdi.

 
Türkiye, bu mezhepçi tuzağa düşmemeliydi; ama düştü.