Siyasal İslamcı AKP, ilk iktidar döneminde “komşularla sıfır sorun” politikasını uygulamaya koyduğunda barışık bir döneme geçileceği umuluyordu ve bu çerçevede Türkiye-Suriye ilişkileri de normalleşmişti. Karşılıklı ziyaretler, birlikte tatil yapmalar, geliştirilmek istenen ticaret, iki ülke için de yeni bir dönemin açıldığı anlamına geliyordu. Ama Büyük Ortadoğu Projesi’nde işler hızlandırılırken ve özellikle 2007 seçimlerinde elde edilen ikinci zaferle birlikte AKP, gizli ajandasının kapağını açınca yaz-bahar ayları da kışa döndü. Erdoğan’ın Osmanlıcılık-halifelik hayalleri, batı dünyasının BOP projesiyle örtüştü ve Suriye’de yönetim değişikliği için harekete geçildi.

Önce, Davutoğlu aracılığı ile Müslüman Kardeşler’in iktidara ortak edilmesi teklifi götürüldü ki bu ABD’nin de isteği idi. Beşar Esad bu teklifi kabul etmeyince de dünyanın her yerinden radikal İslamcı gruplar Suriye’ye üşüştü. 
Türkiye’de, bu süreçte inanılmaz bir kara propaganda devreye sokuldu. Aslında 1990’lı yıllardan itibaren siyasal İslamcıların, Sünni çoğunlukları seferber etmek adına Türkiye’de bile yaptıkları bu propaganda, ordunun Alevi subaylar tarafından ele geçirildiği tezine dayanıyordu. O dönemin İslamcı yayınlarına bakıldığında sık sık bu argümanın dillendirildiğine tanıklık edebilirsiniz.

 
Emperyalist güçlerin Suriye müdahalesine meşruluk kazandırmak için de siyasal İslamcılar “Nusayri-Alevi azınlık Baas diktatörlüğü” söylemini kullanmaya başladılar. Öyle ki bazı kullanışlı solcular da aynı koronun elemanı olmakta beis görmediler. Aslında Siyasal İslamcılardan liberal solculara uzanan bu geniş cephede var olan şey “örtük veya aleni” nitelikteki mezhepçi bakış açısıydı. Çünkü bu mezhepçi anlayışta Aleviler ancak Sünnilerin lütfu oranında haklarını kullanabilirler; eşit bir yurttaş sayılmazlar; bu da onların inançlarının “sapkın” statüsünde görülmesinden kaynaklanır.  

Oysa Baas, iddia edildiğinin aksine bir Nusayri partisi değildi. Partiyi ete kemiğe büründüren iki isim vardı; Mişel Eflak Hıristiyan, diğer isim Selahaddin Bitar ise Sünni bir aileden geliyordu. Bir diğer isim ise daha sonra partiden ayrılacak olan Arap Alevisi Zeki Arsuzi idi. Partinin kurucuları batılı ülkelerde eğitim almış entelektüellerdi ve parti Arap milliyetçiliğini savunuyorlardı. Suriyelilik değil de Araplık temelinde yapılan tanımlamanın gereği olarak da Arap ülkelerinin çoğunda örgütlendiler. Partinin üç amacı “birlik, özgürlük ve sosyalizm” idi. Bu çerçevede Arap entelektüeller modernleşme olgusunu bölgeye taşıdıkları gibi iki kutuplu dünya ortamında kamucu anlayışları benimsediler.

 1971 yılında parti içinde başlayan mücadele daha liberal bir Baas’ı savunan Hafız Esad’ın lehine sonuçlandı. Hafız Esad’ın iktidara gelmesiyle zaten var olan Müslüman Kardeşler muhalefeti de gelişme gösterdi. Müslüman Kardeşler daha çok Suriye’nin kuzeyindeki Hama, Humus ve Halep gibi kentlerde örgütlendi ve mezhep karşıtlığından beslendi. Çünkü Hafız Esad bir Arap Alevisi idi ve örgüt, Baas ile Aleviliği özdeşleştiriyordu. Hatta Müslüman Kardeşler, Esad rejimini “ateistlikle” suçlama yoluna gitti ve cihat çağrıları yaptı. Baba Esad ise hem liberal uygulamalarla Sünni Müslüman burjuvazinin taleplerini karşılayarak toplumsal tabanını genişletirken diğer taraftan “Ben de dini bütün müslümanım” konuşmalarıyla muhalefeti etkisizleştirmeye çalışıyordu. Bu çerçevede 1973 yılında Anayasa’ya devletin dininin İslam olduğuna dair ibare konuldu. Aslında bu değişiklik Baas Partisi’nin din ve siyaseti birbirinden ayıran ilkesine dahi tersti.

 Ancak Hafız Esad’ın sık sık dini temalı konuşmalar yapmasına ve Kuran’dan ayetlere referans yapmasına rağmen Müslüman Kardeşler muhalefeti silahlı eylemlere, toplu katliamlara girişti.  Bu, Esad’ın politikalarındaki sertliği artırdı ve muhalefet bastırıldı.
Ne var ki, Suriye’yi dünyaya entegre etmeye çalışan Beşar Esad’ın iktidara gelmesinden sonra değişen dünya dengeleri içerisinde Siyasal İslamcı muhalefet, istediğini elde etti.

 Baas döneminde elbette ki Arap Alevileri devlet kademelerinde yükseldi, güvenlik bürokrasisinde var oldu. Ancak Baas’ın dayandığı “birlik, özgürlük, sosyalizm” esasları, bölgedeki bütün etnik ve dinsel gruplar açısından devlet içinde temsil ve varoluşu olanaklı kılıyordu. Buna rağmen Türkiye’deki Aleviler ne kadar eziliyorsa Suriye’dekiler de aynı mağduriyetleri yaşıyorlardı.  Esad kabinesinde Alevilerin sayısı son derece sınırlı olduğu gibi Esad’ın eşi dahi Sünni idi. O Alevi Beşar Esad ki, Sünni Hamas örgütünü destekliyordu.
Aslında olan şey; kendi mezhepçiliğini örtmek isteyen Siyasal İslamcıların, seküler Suriye’yi yok etme projesine çoğunlukçu anlayışla meşruiyet kazandırmak üzere psikolojideki yansıtma modeline başvurmasıydı.

 Yani kendinde olan mezhepçiliği, başkasında varmış gibi gösterme dedikleri bir savunma mekanizması…