Sağlık hizmetlerinin alınıp satılıp bir metaya dönüştürülmesinin, hastayı müşteri gibi görmenin en ağır bedelini, dünyanın en kutsal mesleği olarak değerlendirilen doktorluk ödüyor olmalı. Canımızı emanet ettiğimiz dolayısıyla sonsuz bir güven duygusu içinde olmamız gereken meslek, sağlığın piyasalaştırılmasıyla birlikte büyük bir itibar kaybına uğradı ve ifşa olan Yenidoğan çetesiyle de doktor korkusu tetiklendi. Oysa tıp etiğine göre en son korkacağımız kişi doktor değil mi?
Dil, din, mezhep, cinsiyet, renk, zengin-yoksul farkı gözetmeksizin bizi iyileştireceğine inandığımız kişiler değil mi doktorlar?
Artık değiller…
Çünkü sosyal medyada yapılan yorumlarda inanılmaz bir yıkıma şahitlik edebiliyorsunuz. Yüzlerce kullanıcı güven duymadığı için zaten doktorlara gitmediğini, son raddeye gelinceye kadar kendi kendine tedavi uyguladığını belirtiyor. Yazıldığı gibi buraya aktardığım iki paylaşım, bu konudaki halet-i ruhiyeyi ifade etmeye yeter bile…
“Hastaneye hiç gitmiyorum. Şehir hastanesinin yolunu bilmiyorum. Kalp ilaçlarımın raporu bitince rutin tetkiklerden başka bir şey istemeyen doktoruma gidiyorum. Eğitim ve sağlık gibi hizmet sektörleri sermayenin emrine girince başka ne olacaktı ki?”
“Ünv. hastahanesine acile gittim, yatış verdiler 5 günlük serum, kan derken kendimi toparladım, dr. genç öğrencilerle geldi raporları inceledi kolonoskopi yapıcaz dedi, düşüneyim dedim,10dk. geçmedi genç bir öğrenci kağıt imzalatmak için geldi olmıycam deyince, 5 dk.çıkış yaptılar”
Sistemin içinde bulunan ancak gönlü olan bitene razı olmayan doktorların itirafları da var.Bir doktorun yazdığı:
“Performans sisteminin 20 yıl içinde öldürdüğü insan sayısı, bir savaş olsaydı ölecek insan sayısından daha fazla olabilir. Endoskopiler, sistoskopiler, kolonoskopiler, tetkikler ve grafilerin %90’ından fazlası, hatta birçok gereksiz ameliyat, SGK’yı soymak, hastane gelirini artırmak ve aylık performansı tavana çıkarabilmek için yapılmaktadır. Düşünsenize, kan emici bir vampir gibi sürekli hastadan beslenen bir sistem var; hasta olmazsa, hasta ‘hortumlayamazsa’ çökecek bir düzen. Herkesin iyileşmesi demek, döner sermaye ve performans sisteminin çökmesi anlamına geliyor.”
“Beyin cerrahı için ise bel fıtığı ameliyatı yapmak neredeyse rutin hale gelmişti. Ameliyat olmak için sadece 18 yaş üstü olmanız ve ‘Hafif belim ağrıyor,’ demeniz yeterliydi. Öyle ki, 80-100 bin nüfuslu bir ilçede yapılan bel fıtığı ameliyatlarının sayısı korkutucu düzeylere ulaştı. Bu rakam, performans sisteminden önce tıp fakültelerinde yapılan bel fıtığı ameliyatlarının sayısını katbekat aşmıştı.”
“Acil servislerde, gece yarısından sonra, yani ortalık sakinleştiğinde, hemşireler hastalar üzerine nöbetçi doktor adına kesi süturasyonu ve apse drenajı eklerdi. Çünkü bu işlemler de performans puanı açısından oldukça avantajlıydı.”
Bu güven kaybından dolayı birçok insan, kaybettiği yakınlarına uygulanan tedaviden şüphe duyuyor artık. Öyle ki, bazıları, bir araya gelip örgütlenmekten ve hukuki yollara başvurmak gerektiğinden bahsediyor.  Kimileri de kendini doktor yerine koyup, yapılacak tıbbi işlemi reddediyor ki bu, bir mesleğin meşruiyetinin kaybolması demek. Uzun yılları ve emeği alan tıp eğitiminin çöküşü demek… 
Ne yazık ki, hekimlik mesleği ve mensupları büyük bir zan altında…
Bu enkaz zor kaldırılır.