Bir savcının tehdit edilmesi sonrasında ifşa olan Yenidoğan çetesinin kamuoyunda yarattığı infial sürerken, olayın kendisi sağlık sektöründeki irinleri patlattı. Aslında ortaya dökülenlerin hiçbiri bilmediğimiz şeyler değil. Ya kendimizin ya bir yakınımızın başından geçen olaylar hepsi de… Ancak kurulmuş olan çarpık sistemin kurbanı, masum bebeler olunca başka türlü bir hassasiyet gelişti.
Yenidoğan çetesinin sanıklarının duruşmaları devam ediyor. Bazı sanıklar SGK’dan daha fazla para kazanmak için, ilaç satışı ve hasta şablonlarındaki oynamalar dahil bazı usulsüzlükler yapıldığını, yatış sürelerinin uzatıldığını, hastaların anlaşmalı hastanelere yönlendirildiğini itiraf ettiler.
Çetenin başı olduğu iddia edilen Fırat Sarı’nın anlattıklarına inanılacak olunsa kendisi de bir kurban.
Mesleki ve ahlaki değer yargılarını kaybedenlerin avcı iken avlanan konumuna düşmelerinin, saygınlıklarını kaybetmelerinin tipik bir örneği olarak karşımıza çıktı. Çünkü, tıp merkezlerinde çalışırken şirket kurup özel hastanelerde yenidoğan bölümlerinin işletmeciliğini aldığını itiraf etti ve "Hastane yönetimleri beni sıkıştırıyordu hasta bulmak için. Çünkü onlar da yoğun bakım işletiyorlar giderleri var" diyerek kurban rolünü oynadı.
Oysa, ettiği Hipokrat yeminini hatırlasaydı kurban olmayabilirdi. Çünkü Fırat Sarı’lar gibi kurulmuş menfaat çarkının bir dişlisi olan da var bu sistemin çarpıklıklarına karşı mücadele eden, sağlığın piyasalaştırılmasına karşı çıkan ve bunun için bedel ödeyenler de…
Ancak kurban olduğunu da kabul etmek gerekir. Çünkü, Fırat Sarı’ların sayısını çoğaltan insafsız bir düzen var ve yaratılmış olan bataklık, herkesi içine çekiyor. Burada gerçek kurban olan can derdine düşmüş hastalar ve onların yakınları… Yani canı pazara çıkarılanlar…
Kamu özel işbirliği ile yaptırılan şehir hastanelerinde müteahhit firmaya hasta garantisi verilmesinin anlamı nedir? Hasta yoksa hasta yaratırız demektir bu.
Sözde “herkese sağlık” sloganıyla 2002 yılında ilan edilen, 2003 yılında da uygulamaya konulan “Sağlıkta Dönüşüm Programı” hasta yaratmanın yolunu hazırlamıştır. Çünkü, başta doktor ve hemşireler olmak üzere sağlık çalışanlarının ücretleri düşük tutulmuş ve performansını kullanarak daha fazla maaş alabileceği bir sistem getirilmiştir. Yargılanan hemşirelerden birinin “Doktor Fırat, bize motivasyon ödemeleri yapıyordu” dediği şey budur. Hem kamu hem özel hastanelerde hasta bir müşteri gibi görülmektedir. Oysa, mesleğin ilk kuralı “insan hayatının değerli olduğuna” dair kabuldür.
Performans sisteminde doktor, yaptığı ameliyat sayısına, muayene ettiği hasta sayısına, istediği tahlil ve tetkiklere göre ek ücret alıyor. Her yapılan tıbbi işlemin bir katsayısı var. Amaç, verilen hizmeti artırmak ama amacın hasıl olmadığı gün gibi ortada. Hasta sirkülasyonu ne kadar fazla ise doktorlar da o kadar fazla para alıyor.
Gelin görün ki, bu sistemde tedavinin niteliğine hiç bakılmıyor bile. Teşbihte hata olmaz; bu sistemde beyin ameliyatı yapanla diş çeken arasındaki fark ya birbirine denk ya da çok düşük.
Sistemin yarattığı yıkım aslında branş seçimlerinde açık seçik görülebiliyor. Doktorlar, branş seçerken zorlu ameliyatlarla uğraşmak, uzun nöbetler tutmak istemiyor, kolay ve daha az riskli bölümleri seçiyor.
Ankara Tabip Odası, bu yıl TUS’ta en çok ve en az tercih edilen branşları açıkladı. Buna göre en az tercih edilen bölümler, çocuk cerrahisi, pediatri, genel cerrahi, göğüs cerrahisi, kalp ve damar cerrahisi, beyin ve sinir cerrahisi, kadın hastalıkları, acil tıp ve iç hastalıkları...
En fazla tercih edilenler ise dermatoloji, plastik cerrahi, çocuk psikiyatrisi, nükleer tıp, sualtı hekimliği, fizyoloji, radyoloji, göz hastalıkları, kulak burun boğaz, fiziksel tıp…
ATO, bu tercihlerle ilgili şu değerlendirmeyi yapıyor:
“Toplum sağlığını yakından ilgilendiren temel yaşamsal klinik branşlar ve cerrahi dallar, kontenjanları abartılı olarak artırılsa bile, son yıllarda giderek daha az tercih edilmekte ve puanları giderek düşmektedir. Bu durumun sonuçları da toplum için yıkıcı olacaktır.”
Yenidoğan çetesi, işte bu yıkımın yansıması…