Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın, kabine toplantısının ardından "Toplumun tüm kesimlerinde bir farkındalık oluşturmak amacıyla 2025 senesini Aile Yılı ilan etmeyi kararlaştırdık" şeklindeki açıklamasından sonra “eyvah eyvah” dedim. Çünkü, 2024 yılı da “emekliler yılı” ilan edilmişti ama emeklilerin yaşamadığı eziyet, çekmediği sıkıntı kalmamıştı.
Birtakım indirimler sahiden komedi seviyesindeydi. Sanki emekliler her gün PTT’den kargo gönderiyormuş gibi gönderim ücretlerinde indirim sağlanmıştı. Otobüs bileti alamayan emekliye PTT’nin sosyal tesislerinde indirimli tatil vaadi tuhaftı. Emeklilerin aklıyla dalga geçildiğinin örneği ise banka promosyonlarıydı. Bankaların zaten kendi bütçelerinden karşıladığı promosyonlar sanki hükümet tarafından veriliyormuş gibi bir hava oluşturulmuştu.
Ballandıra ballandıra anlatılan ve nihayetinde fos çıkan her bir müjde (!) karşısında gülmüştük. Ama acı acı gülmüş sonra da bütün bir yıl boyunca mahkum edildiğimiz sefalet içinde debelenip durmuştuk.
İşte bu yüzden, Aile Yılı ilan edilen 2025 yılında ailenin başına ne geleceği meçhul. Nitekim Erdoğan, 2025’i “aile yılı” ilan etmişken “Aile Destek Programı” kapsamında yapılan ödemeler Hazine ve Maliye Bakanı Mehmet Şimşek’in emriyle kesilmiş. Şimşek, 850 ila 1.250 TL arasında değişen aile destek ödemelerinin Hazine’ye yük oluşturduğu düşüncesinde imiş. 2025 yılına bu kesintiyle açılış yaptığımıza göre devamında ne geleceği tahmin edilebilir.
Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın aile yılı ilan edilmesinden muradı, nüfusun artırılması… Türkiye’de nüfusun hızla yaşlandığı bilgisi doğru… Öyle ki Türkiye, nüfusu en hızlı yaşanan ülkeler arasında ilk sıralarda bulunuyor.
İktidar, doğum oranlarının artmasını istiyor ama dünyaya gelen her çocuğun eğitiminden sağlığına, beslenmesinden sosyal ihtiyaçlarına kadar her masrafı, liberal bir düzende ailelerin üzerine yıkılmış durumda. Sosyal refahın yüksek olduğu Avrupa ülkelerinde eğitim sürecindeki çocuklar için tek bir kalem için dahi aile masraf yapmaz tam tersine devletten eğitim yardımı alırken bizde okul tuvaletlerinin temizliği bile velilerden toplanan parayla yapılabiliyor. Aile okutamadığı çocuğunun kaydını donduruyor ve onu çocuk emeğinin vahşice sömürüldüğü iş piyasasının içine atıyor.
Sizler de sokak röportajlarında mutlaka denk gelmişsinizdir. Daha ortaokulda, hatta ilkokulda okuyan çocuklar kantinden bir tost dahi alamadıklarını belirtmekteler; hatta içlerinden “hayat yorgunuyum” diyerek boyundan ve yaşından büyük laf edenleri çıkmakta. Çocuk neşesini kaybettiren, geleceğe umutla bakması gereken yaşlarda bulunanları hayatından bezdiren bir sosyo-ekonomik sistem varken anne babalara “çocuk yapın” telkininde bulunmanın –yaşam tarzına müdahale tartışmaları bir yana- anlamsızlığı ortadadır.
Erdoğan’ın aile konusunda farkında olması gereken şey, yaşanan korkunç yoksulluktur. AKP’nin yıllarca “sosyal yardımları daha da artırdık” diyerek övünme çabası içine girdiğinde ister istemez ifşa olan bir yoksulluk bu…
Çünkü, sosyal yardım alan hane sayısı giderek artıyor. Nitekim, 2017 yılında 3.2 milyon hane sosyal yardımlardan yararlanırken bu sayı 2023’te 4,99 milyona ulaşmış durumda. Son 4 senede sosyal yardım alan hane sayısı 1,7 milyon artış göstermiş; bu yüzde 52 artış anlamına geliyor. Her 5 haneden biri sosyal yardım alıyor. Sosyal yardım alan kişilerin nüfusa oranı 2017 yılında yüzde 13,7 iken bu oran 2023’te yüzde 18,4’e yükseliyor. Kaldı ki, bu yardımların insani bir yaşam sürdürmeye yetip yetmediği de tartışmalıdır.
Yine TÜİK verilerine göre, tek kişilik hane halkının yaşadığı yoksulluk oranı yüzde 11,7. Toplam içerisinde yüzde 39,2’lik bir paya sahip olan çocuklu çekirdek ailelerin yoksulluk oranı yüzde 22; tek ebeveynli çocuklu ailelerin yoksulluğu ise yüzde 22’lerin üzerinde… Yoksulluk oranının en fazla olduğu aile ise yüzde 26 ile “Diğer kişilerin bulunduğu çekirdek aile”.
Dolayısıyla zaten yoksul olan ailelere “çoğalın, üç çocuk, beş çocuk yapın” demek yoksulluğu çoğaltmaktır.
İktidar aileyi kurtarmak istiyorsa işe önce iş bulmakla başlamalıdır.