Önceki yazımızda bölgesel bir kongre niteliğindeki Erzurum Kongresinde her türlü koruyuculuk ve mandacılığın reddedileceği şeklinde açık bir hüküm yer alırken, ulusal temsil esasına dayalı olarak gerçekleştirilen Sivas Kongresinde Mustafa Kemal Paşa’nın bu kararın teyit edilmesi için ciddi bir uğraş vermek zorunda kaldığını, bu yüzden alınan kararlarda “manda” kelimesine olumlu ya da olumsuz anlamda gönderme yapılmadığını söylemiştik...
Bunun sebebi, ülkede işgalci güç olarak bulunan İngiltere’nin Yunanistan’ın Türkiye’de gerçekleştirmeye çalıştığı işgal hareketini desteklediği, bunun yanı sıra Ermenistan, Kürdistan, Pontus devletlerinin kurulması için çaba gösterdiği koşullarda ABD Başkanı Wilson’un açıkladığı on dört maddelik “ilkeler”de ulusların kendi kaderini tayin hakkı”nı savunmuş olmasıydı...
Ulusal cephe saflarında yer alarak Misak-ı Milli’yi lafta savunmakla birlikte onun kısa vadede gerçekleşme imkanı bulunmayan bir hayal olduğuna inanan çok sayıda aydın ve “devlet adamı” aslında “yeni sömürgecilik bildirgesi” olarak okunabilecek bu açıklamayı Osmanlı devletinin bütünlüğünün korunmasını öngören bir “ilkeler manzumesi” gibi yorumlamış ve “can simidi” gibi sarılmıştı. Özellikle Sivas Kongresine katılması kesinleşen bazı asker ve sivil delegeler, ABD’nin ülkedeki temsilcileri ve Anadolu’da inceleme yapan askeri heyeti ile yaptıkları görüşmelerde Osmanlı devletinin vekaletini ABD’nin üzerine alması için adeta yalvarmışlardı!
***
Bu akımın önde gelen temsilcilerinden birisi, daha sonra Büyük Millet Meclisi Hükümetinde Dışişleri Bakanlığı yapacak olan Bekir Sami Bey’di (Kunduh)... Dönemin İttihatçı liderleri arasında bulunan Bekir Sami Bey, Sivas Kongresi’nin toplanmasından kısa süre önce Mustafa Kemal Paşa’ya gönderdiği mektupta bu konudaki düşüncelerini şöyle açıklıyordu.
“Bağımsızlık, istenilmeye ve yeğlenmeye değer. Ancak, tam bağımsızlık istemeye kalkışırsak ülkemiz bir çok parçalara ayrılacaktır. Bu kesindir ve hiç kuşku götürmez. Bu durum karşısında, iki-üç il içinde kalacak bağımsızlıktan, yurdumuzun bütünlüğünü sağlayacak bir devletin güdümü altına girmek elbette yeğdir. Bütün Osmanlı ülkesini kapsayacak meşrutiyetimiz ve dışarıda temsilci bulundurma hakkımız yürürlükte kalmak üzere belli bir süre için (manda yönetimini -EG) en yararlı bir çözüm yolu sayıyorum. Bu konuda Amerika temsilcisi ile görüştüm. Birkaç kişinin değil, bütün ulusun sesini Amerika’ya duyurmak gerektiğini söyledi ve aşağıdaki koşullarla Wilson’a , Senato’ya ve Amerikan Kongresine başvurulmasını ileri sürdü.”
***
Amerikan temsilcisinin ileri sürdüğü koşulların en önemlisi Sivas Kongresinde “Amerika hükümetinin güdümü (mandası) altına girmenin kabul edilmesi” kararının alınmasıydı...
Bekir Sami Bey bu tavsiyeyi kabul etmiş ve mektubunu şöyle sonlandırmıştı: “Temsilci, Kongremizin seçeceği bir kurulu, Amerika’ya bir zırhlı ile ulaştırmayı üzerine almıştır.”
***
Mustafa Kemal Paşa, Sivas Kongresi’ne katılacak delegeler arasında “manda” yönetimini savunacak kesimin gücünü bildiği için adeta bir “ültimatom” niteliğindeki bu mektubu Erzurum’dan gönderdiği şifreli bir telgrafta ihtiyatlı bir dille şöyle yanıtlamıştı:
“Doğu İlleri (Erzurum) Kongresi, hemen hepsi geldikleri yerlerde sözü geçer ve etkili kişiler olarak tanınmış kişilerden oluşmuş güçlü bir kurul niteliğindedir. Bu kongrede şimdiye dek olan görüşmelerde devletin ve ulusun tam bağımsızlığının savunmasında direnilmektedir. Daha önceden koşulları ve niteliği bilinmeyen bir Amerikan güdümünden kongreye (Sivas) doğrudan doğruya söz açılması pek sakıncalı olacağından, sizlerin İstanbul’da ilişki kurduğunuz kişilerle olan konuşmalarınızın olan konuşmalarınızın ışığı altında aşağıdaki noktaları açıklayarak bizleri tezelden aydınlatmanızı özellikle rica ederiz.”
***
Mustafa Kemal Paşa, daha sonra Bekir Sami Bey’e şu soruları yöneltmişti:
“ ‘a-Tam bağımsızlık istenmeye kalkışılırsa ülkemiz bir çok parçalara ayrılacaktır. Bu kesindir ve hiç kuşku götürmez’ buyuruluyor. Bu kanının kaynağı nedir?
b- Ülke bütünlüğünden, ülkenin bölünmezliği mi yoksa egemenlik hakları mı anlaşılacaktır.
c- Bütün Osmanlı ülkesini kapsayacak meşrutiyetimiz ve dışarıda temsilci bulundurma hakkımız yürürlükte kalmak üzere bir devletin güdümünü istemeyi en yararlı bir çözüm yolu olarak görüyorsunuz. Ancak temsilcinin (ABD temsilcisi) ileri sürdüğünü bildirdiğiniz şeylerle bu çözüm yolu çelişkili görünüyor. Çünkü meşrutiyetimiz yürürlükte kalınca hükümet, yasama organından güven oyu almış ve onun denetimi altına girmiş bir kurul olur ki, artık bu kurulun meydana getirilmesinde Amerika’nın eli ve etkisi olamaz. Öyle ise, ya meşrutiyet yürürlüktedir ve adaletli bir hükümet kurulmasını Amerika’dan istemeye yer yoktur; ya da, adaletli bir hükümetin kurulması Amerika’dan istenilince, meşrutiyetin yürürlüğü sözde kalır.”...
Bekir Sami Bey bu telgrafa 30 Temmuz 1919 tarihli bir şifreli telgrafla şu cevabı verdi: “Tam bağımsızlık istenirse ülkemizin bir çok parçalara bölünmesi ve birkaç devletin güdümü altına girmesi Dörtler Kurulu (İngiltere, Fransa, İtalya ve ABD) tarafından kararlaştırılmıştır. Bunu önlemek için tek devletin güdümünü istemek en uygun yol olacaktır.”.
***
Bu yazışmalardan yaklaşık on gün sonra bu kez İstanbul’dan Halide Edip Hanım (Adıvar) Mustafa Kemal Paşa’ya manda yönetimini kabul etmesini isteyen bir mektup gönderdi...
O dönemin yurtsever aydınlarının nasıl bir umutsuzluk ve teslimiyet içinde olduğunu gösteren bu mektup bir çok açıdan “ibret verici bir belge” niteliğindedir...
Bir sonraki yazımızda bu mektup ve kongredeki “manda tartışmaları” üzerinde duracağız.
(NOT. Yazımızdaki yazışmalar, Kemal Arıburnu tarafından yazılan ve Atatürk Araştırma Merkezi tarafından yayınlanan “Samsun’dan Ankara’ya kadar Olaylar ve Anılarla Sivas Kongresi” başlıklı kitaptan alınmıştır.)
(Devam edecek)