Önceki yazımızda Sivas Kongresi öncesinde Osmanlı devletinin geleceğinden umudunu kesen siyasetçi ve aydınların bir bölümünün İngiliz egemenliğine uyum sağlamaya çalıştığını...
İngiltere’nin Osmanlı devletini parçalama siyasetine tepki duyan yurtsever siyasetçi ve aydınların önemli bir bölümünün ise ABD mandasına umut bağladığını söylemiş...
Misak-ı Milli temelinde tam bağımsızlık ilkesini savunan Mustafa Kemal Paşa’nın bu nedenle Sivas Kongresinde büyük bir mücadele vermek zorunda kaldığını sözlerimize eklemiştik.
***
O dönemde İngiliz yanlılarının politikası konusunda fazla bir şey söylemeye gerek yok...
Bu işbirlikçiler geleceklerini tamamen İngiliz sömürge topluluğunun bir parçası olmaya bağlamışlardı ve Anadolu’da gelişmekte olan milli hareketi İngilizleri tahrik etmeye çalışan bir takım “eski İttihatçıların provokasyonları” olarak görüyorlardı!...
Bunların desteklediği İstanbul Hükümeti, Sivas’ta ulusal bir kongrenin toplanmasını engellemek için Ali Galip adlı bir eski valiyi Mustafa Kemal’i tutuklamakla görevlendirmişti. Bu arada Sivas’taki Fransız işgal kuvvetleri temsilcisi de Sivas Valisini “Kongre toplanırsa on gün içinde Sivas işgal edilecek” diye tehdit etmişti.
***
O dönemde İstanbul Hükümeti’nin Harbiye Nazırı olan Fevzi Paşa (Çakmak) Anadolu’daki harekete ve düzenlenen kongrelere karşıydı...
Sivas Kongresine karşı tepkiler, Kazım Karabekir gibi Anadolu’daki dikkate değer tek askeri gücün başında bulunan bir Milli Kurtuluş Savaşı önderini bile etkilemişti...
Erzurum Kongresinin örgütlenmesinde önemli rol oynayan, ancak Fevzi Çakmak’a bağlı olarak görev yapan Kazım Karabekir Paşa, “Erzurum Kongresi arzu ettiğimiz çekirdeği oluşturmuştur. Ayrıca bunu Sivas’ta vurgulamak gereksizdir” demişti. Sivas Valisi Reşit Paşa da “ilin dirlik ve düzenini bozacağı” gerekçesiyle kongrenin başka bir yerde yapılmasını önermişti.
***
İşin ilginç tarafı Sivas Kongresine Sivas’ın delege vermemiş bulunmasıydı. Bu durum karşısında Rauf Bey (Orbay), kongreye kaydını Sivas delegesi olarak yaptırmıştı! Ancak en büyük sorun, Balkan Savaşından bu yana kesintisiz devam eden savaşlar nedeniyle her türlü sıkıntıya katlanan Anadolu insanının artık “yorulmuş” olmasıydı...
Sivas kongresine Bor delegesi olarak katılan Halit Hami Bey (Mengi) o günlerin psikolojisini şu sözlerle anlatıyordu:
“Anadolu o zamanlar kaynaşıyordu. Kimsenin belli bir ülküsü yoktu. Bu, gerçekten bir çözülme, dağılma havasıydı. Birden bire bir umut ışığı parladı; Sivas Kongresine delege çağırıyorlardı. Biz o zaman gençtik; büyüklerimiz, idarecilerimiz bizi böyle bir maceraya atılmamızı istemezlerdi. Üç arkadaş kaçıp Sivas’a gitmeye karar verdik. Araba, at bulamadık. Kayseri’ye kadar yaya yürüdük. Sonra duyduk; büyüklerimiz demişler ki: Bunlar asılmaya mı gidiyorlar?”
***
Sivas Kongresine katılacak olanların önemli bir bölümünün de “tam bağımsızlık” ilkesine inanmadığını söylemiştik...
Daha sonra Büyük Millet Meclisi hükümetinin Dışişleri Bakanı olacak Bekir Sami Bey Sivas Kongresinde manda kararının alınmasını savunanlar adına 30 Temmuz 1919’da Mustafa Kemal Paşa’ya çektiği telgrafta, “Tam bağımsızlık istenirse ülkemizin bir çok parçalara bölünmesi ve birkaç devletin güdümü altına girmesi Dörtler Kurulu (İngiltere, Fransa, İtalya ve ABD) tarafından kararlaştırılmıştır. Bunu önlemek için tek devletin (ABD’nin -EG) güdümünü istemek en uygun yol olacaktır.” diyordu...
Bu telgrafın çekilmesinden on gün sonra bu kez İstanbul’dan Halide Edip Hanım (Adıvar) Mustafa Kemal Paşa’ya manda yönetimini kabul etmesini isteyen bir mektup gönderdi. Mektup’ta şu satırlar yer alıyordu:
“Biz İstanbul’da kendimiz için bütün eski ve yeni Türkiye sınırlarını kapsamak üzere geçici bir Amerikan güdümünü (mandasını) katlanılabilir kötü bir durum olarak görüyoruz. Nedenlerimiz şunlardır: Aramızda nasıl olsa Hristiyan azınlıklar kalacaktır. Bunlar hem Osmanlı uyruğu haklarından yararlanacaklar, hem de dışarıdaki bir Avrupa devletine dayanarak karışıklık çıkaracaklar, yabancı devletlerin boyuna işlerimize karışmalarına yol açacaklar, aslında sağlam olmayan bağımsızlığımızı azınlıklar adına her yıl parça parça yitireceğiz. (...) Filipin gibi yabanıl bir ülkeyi bugün kendi kendini yönetebilen yepyeni bir makine haline koyan Amerika bu konuda çok işimize geliyor. On beş yirmi yıl sıkıntı çektikten sonra yeni bir Türkiye’yi; her kişisi, öğrenimi ve anlayışı ile gerçek bağımsızlığı kafasında ve cebinde yaşayan bir Türkiye’yi ancak Yeni Dünya’nın (Amerika’nın -EG) yeteneği yaratabilir.”
Düşünün: Umudu yabancı bir ülkenin Türkiye’yi “medenileştirmesinde (!)” arayan önde gelen bir Türk aydını, 1898’de Filipinler’i zorla işgal ve ilhak eden, 1899’da bu işgali reddederek bağımsızlığını ilan eden Filipin halkının isyanını Manila Savaşı adı verilen bir savaşta kanla bastıran ve 1913 yılına kadar devam eden direnişi kırmak için resmen iki yüz bin, gerçekte ise bir milyona yakın Filipinliyi katleden Amerikan emperyalizmini kurtarıcı olarak Türkiye’ye davet etmeyi “kurtuluşun tek yolu” olarak görüyor...
Kurtuluş Savaşımızın en karanlık günlerinde yaşanmış olan bu olaylar günümüzde bile toplumumuza bir şeyler anlatmıyor mu?
(Devam edecek)