Önceki yazımızda Sivas Kongresinde ülkenin yönetiminin “geçici bir süre için” ABD’ye bırakılmasını bölünme ve parçalanmanın tek alternatifi (!) olarak gören “millici” aydınlar, komutanlar ve devlet adamlarının baskılarına karşı Mustafa Kemal Atatürk’ün “tam bağımsızlık” ilkesi üzerinde nasıl ısrar ettiğini anlatmış...

İstanbul’un işgaline karşı düzenlenen Sultanahmet Mitinginde yaptığı isyan dolu konuşmasıyla belleklere kazınan ve daha sonra Milli Kurtuluş Savaşına “onbaşı” olarak katılacak olan Halide Edip’in bile Kongre öncesinde Mustafa Kemal’e bir mektup yazarak Türkiye’yi 1898’de Filipinler’i zorla işgal eden ve bir milyona yakın Filipinliyi katleden Amerikan emperyalizminin yönetimine bırakmayı “kurtuluşun tek yolu” olarak gösterdiğini söylemiştik.

***

O dönemde milli mücadeleye olumlu yaklaşan aydınların bir çoğunun tutumu Halide Edip’inkinden farklı değildi...

Örneğin  İstanbul’da yayınlanan Vakit gazetesinde yazan dönemin ünlü gazetecisi Ahmet Emin Yalman, bağımsızlık isteyenlere şu sözlerle çatıyordu:

“Faydalı ve pratik bir siyaset yolu aramayarak ‘bağımsızlık isteriz’ diye bağırmayı meslek edinenlerle memleketin sayısız dertlerine pratik bir çare arayanlar arasındaki ayrım, bir tarafın kuramlar üzerine uzanıp yatmasından, diğer tarafın ise büyük maddi ve manevi sorumluluktan korkmayarak ve kaçmayarak pratik bir yol aramasından ibarettir. Birçokları ‘Bizimle insani açıdan uğraşacak ve sonra kendi kendine çekilecek bir devlet bulunmaz, bu bir hayaldir’ diyorlar. Biz iddia ediyoruz ki böyle bir devlet vardır ve (o devlet) Amerika’dır.”

***

Ancak Kongrede yer alanların çoğu “mandacılar”la aynı fikirde değildi...

Örneğin Bursa delegesi Ahmet Nuri Bey, “Kendimizi büsbütün güçsüz ve miskinlik içinde görerek, ‘Bizi kurtarın’ diye ona buna yalvarmak gibi bir aşağılığa bu millet katlanamaz. Ya ölürüz ya tam bağımsız oluruz”  diye bağırarak mandacıları protesto etmişti...

Tam bağımsızlık ilkesini savunanların başında ise üniversite (Darülfünun) öğrencilerini temsilen Kongreye katılan gençler geliyordu...

Denizli delegesi olarak Kongreye katılan İstanbul Hukuk Fakültesi öğrencisi Necip Ali Bey (Küçüka) bazı delegelerin manda konusundaki ısrarı karşısında dayanamayıp, ayağa fırlayarak “kinayeli” bir şekilde “Efendiler, siz buraya manda satın almaya mı geldiniz!” diye bağırmak zorunda kalmıştı...

En ateşli karşı çıkış ise İstanbul’u temsilen gelen Tıp öğrencisi Hikmet (Boran) Bey’den gelmişti. Hikmet Bey, kürsüye gelerek Mustafa Kemal Paşa’ya hitaben şunları söylemişti:

“Paşam, delegesi bulunduğum Tıbbiyeliler beni buraya bağımsızlık davamızı başarmak yolundaki çalışmaya katılmak üzere gönderdiler. Mandayı kabul edemem. Eğer kabul edecek olanlar varsa , bunları her kim olursa olsun reddeder ve kınarız. Olmayacak şey ama , manda düşüncesini siz kabul ederseniz,  sizi de reddeder, sizi ‘vatan kurtarıcısı değil vatan batırıcısı’ olarak adlandırır ve lanetleriz!”

***

Mustafa Kemal Paşa, kendi düşüncesini güçlendiren bu feryat karşısında Hikmet Bey’e hitaben, “Evlat, için rahat olsun! Gençlikle övünüyorum ve gençliğe güveniyorum. Biz azınlıkta kalsak dahi mandayı kabul etmeyeceğiz. Parolamız tektir ve değişmeyecektir: “Ya istiklal ya ölüm!” demiş...

Ardından Hikmet Bey’i alnından öperek:

“Gençler, vatanın bütün umut ve geleceği size, genç kuşakların anlayış ve enerjisine bağlanmıştır” sözleriyle Kongre’nin havasını değiştirmişti.

***

Ne var ki, bu karşı çıkışlara rağmen mandacılar ısrarlarından vazgeçmemişti...

Nitekim, gelecekte kurulacak Büyük Millet Meclisi hükümetinde başbakanlığı üstlenecek olan “Hamidiye Kahramanı” Rauf Bey (Orbay), bu gelişmelerden sonra söz alarak geniş bir analiz yapmış ve sözlerini şöyle sonlandırmıştı:

“Bu tehlike karşısında yurdumuz için en tarafsız durumda bulunan Amerika’nın yardımını kabul etmek zorundayız. Ben bu kanıdayım.”

***

Rauf Bey’in kast ettiği yardım hiçbir ön koşul ileri sürmeden ulusal harekete yapılacak bir yardım olsaydı hiç kuşkusuz buna kimse itiraz etmezdi. Nitekim, olayların gelişmesi sonucunda Rusya’da devrim sonucu kurulan ve emperyalist devletlerin dört bir yandan yaptığı müdahalelere karşı mücadele eden Sovyet Hükümeti, Türkiye’nin emperyalizme karşı direnişinin çökmesi durumunda en büyük zararı kendisinin göreceğini anlayınca içinde bulunduğu tüm güçlüklere karşın Büyük Millet Meclisi Hükümeti’ne önemli miktarda altın ve silah yardımı yapmış, kimse buna itiraz etmemişti...

Ne var ki, ABD o dönemde emperyalist devletlerin en güçlüsü konumuna gelmişti ve “yeni sömürgecilik” yöntemiyle kendi nüfuz alanlarını oluşturmak peşindeydi. Bu durumda ABD’ye ülkeyi yönetmesi için vekalet vermek kuzunun kendisini kurda emanet etmesine benzerdi...

Bu durum, Mustafa Kemal Paşa’nın kabul edebileceği bir durum değildi. Ancak milli mücadele saflarında “mandacılar”ın etkinliği nedeniyle kongrede bağımsızlık fikrini reddetmeden bir ara formül üzerinde uzlaşmak zorunlu hale gelmişti. Aksi takdirde Kongre, en önemli gündem maddesi konusunda bir karar alamadan dağılacak, Kongreye umutla bakan milletin morali bozulacak, zaten pamuk ipliğine bağlı olan ulusal cephe içinde kopmalar yaşanacaktı.

(Devam edecek)