Önceki yazımızda “Tek Adam” olarak adlandırılan Mustafa Kemal Atatürk’ün aslında Cumhuriyet’i kurarak “devlet kurucusu” sıfatıyla tarihteki yerini alana kadar ulusal cephe içinde bile sürekli engellemelerle boğuştuğunu, bu engellerin üstesinden gelmek için her yeni aşamada yeni müttefikler arayıp bulmak zorunda kaldığını, bu nedenle “Tek Adam” olmaktan çok “Yalnız Adam” olduğunu söylemiş...
Sivas Kongresi’nde “Amerikan mandacıları”ın direnişi karşısında istediği kararları Kongreden çıkarmakta büyük zorluklarla karşılaştığını ve bir uzlaşma yolu aramak zorunda kaldığını da sözlerimize eklemiştik...
Nitekim, daha sonra Ankara’da kurulacak Büyük Millet Meclisi Hükümetinde Başbakanlık yapacak olan Rauf Bey (Orbay) Sivas’ta Mustafa Kemal Paşa ve manda karşıtlarının direncini kıramayınca “orta yolcu” bir konuşma yaparak şunları söylemiştir:
“Amerika’da yıllardır bize karşı yapılan kötüleyici propagandaların doğurduğu düşünce akımını düzeltmek için her şeyden önce Amerikan Kongresinden yurdumuzu inceleyecek ve gerçeği görecek bir kurumun çağrılmasını istiyoruz.”
***
Bu koşullarda Kongre, her ne kadar ABD’ye Türkiye’nin mandacısı olması için” bir talep yöneltilmesi fikrini reddettiyse de bir uzlaşma havası içinde Amerikan Senatosu’na “Türkiye ile ilgili bir ‘İnceleme Komisyonu’ kurulması ve bu heyetin ülkede inceleme yapması” için başvuru yapma önerisini kabul etmiştir...
“Sivas Kongresi tarafından Amerikan Senatosuna İnceleme Komisyonu Gönderilmesi Hakkındaki Yazı” başlığıyla hazırlanan başvuru şu sözlerle bitmekteydi:
“Alınan karara uygun olarak Sivas Kongresi oy birliği ile Amerika Birleşik Devletleri Senatosundan, Osmanlı İmparatorluğu topraklarının ve halkının keyfi yönetimine bir barış anlaşmasıyla müsaade etmeden evvel, tarafsız bir devlet gözüyle, Osmanlı İmparatorluğundaki durumları, oldukları gibi incelemek amacıyla üyelerinden oluşan bir komiteyi Osmanlı İmparatorluğunun bütün topraklarını ziyaret etmek üzere göndermesini diler.”
***
Bu çağrının ABD Senatosuna gönderilip gönderilmediği belli değildir; ancak Atatürk’ün o sırada zaten ABD adına Ermenilerin yaşadığı bölgeler başta olmak üzere Türkiye topraklarında incelemeler yapmakta olan bir komisyonun Başkanı olan General Harbord ile Kongre sonrasında bir görüşme yaptığı ve onu kendi çizgisinin doğruluğu konusunda ikna ettiği bilinmektedir...
Atatürk, Büyük Nutuk’ta Rauf Orbay’ın tavrını eleştirirken bu çağrıdan şöyle bahsetmektedir:
“Efendiler, pek uzun ve münakaşalı devam eden bu manda müzakeresi, taraftarlarını iskât edecek (susturacak) mutavassıt (orta yolcu) bir çare ile hitam buldu (sona erdi); hem de bu çareyi teklif eden yine Rauf Bey oldu... Bu teklif ittifâk-ı ârâ (oybirliği) ile kabul olundu. Kongre divan riyasetinin (başkanlığının) imzalarıyla bu yolda bir mektup tesvid olunduğunu (müsveddesinin hazırlandığını) hatırlıyorsam da, bu mektubun gönderilip gönderilmediğini pek iyi hatırlamıyorum. Esasen bu mektuba suret-i mahsusada (özel olarak) ehemmiyet atf etmiş değildim.”
***
Bu tartışmalar yapılırken ulusal cephenin henüz oluşum halinde olduğunu da unutmamak gerekir...
O dönemde Anadolu’da işgalci güçlere karşı direniş genelde Çerkez Ethem, Demirci Mehmet Efe, Topal Osman Ağa gibi yerel güçlere kumanda eden eski Teşkilat-ı Mahsusa çeteleri tarafından yürütülmekteydi...
Sivas Kongresi’nin ardından kurulan “Heyet-i Temsiliye”de ise Erzincan Nakşibendi Şeyhi Hacı Fevzi Efendi ve Mutkili bir aşiret reisi olan Hacı Musa Efendi gibi Milli Mücadelede daha sonra adları pek geçmeyecek “tutucu” isimler de yer almaktaydı. Bu heyet kurulduktan sonra bir araya gelerek ortak bir çalışma yürütemedi. Heyet-i Temsiliye’nin içinde yer alan Mustafa Kemal Paşa, Rauf Bey ve Bekir Sami Bey fiilen bir arada çalışan etkili isimler olarak öne çıktılar. Ancak Rauf Bey ve Bekir Sami Bey o dönemde yurt dışında faaliyetini sürdüren Enver Paşa ile ilişki içindeydi ve Mustafa Kemal Paşa ile görüş ayrılıkları giderek öne çıkıyordu. Kazım Karabekir Paşa ise askerlik görevine devam ettiğinden resmen İstanbul Hükümetine bağlı gözükmekte, ilişkilerini perde arkasında yürütmekteydi. Bu durumda Heyet-i Temsiliye adına yayınlanan bildirilerin hemen tamamı Mustafa Kemal Paşa’nın imzasını taşıyordu. Ancak başta Kazım Karabekir Paşa olmak üzere Rauf Bey ve Bekir Sami Bey (daha sonra o da Büyük millet Meclisi Hükümetinin Dışişleri Bakanı olacaktı) zaman zaman Mustafa Kemal Paşa’nın Heyet-i Temsiliye adına bildirilere imza koymasına karşı çıkıyorlardı.
***
Kısacası, Mustafa Kemal Paşa dışında Heyet-i Temsiliye içinde o dönemde görev alan hiçbir üye dünyayı kasıp kavurmuş olan Birinci Dünya Savaşını emperyalistler arası bir paylaşım savaşı olarak görmüyordu. Bu savaşın çıkmasının en önemli sebeplerinden birinin Osmanlı İmparatorluğu topraklarının paylaşılması olduğunu, bu imparatorluğun her şart altında sona erdiğini ve yeni bir devlet kurulmasının zorunlu hal aldığını kabul edemiyordu. Ülkemizin işgal edilmesine karşı çıkan bu insanların bir kısmı söz konusu savaşın bir suikastten, bir yanlış anlamadan ya da bazı yöneticilerin ülkemizi iyi tanımamasından kaynaklandığını, savaş sonrasında Amerika’nın ya da İngiltere’nin başına geçecek olan bazı iyi yöneticilerin bizi tanımaları ve anlamaları durumunda ülkenin bu yenilginin sonuçlarından kaçabileceğini düşünüyorlardı...
Bu düşünceler nedeniyle Sivas Kongresinden sonra İngilizler ve İstanbul Hükümeti, Ankara merkezli direnişi kırmak amacıyla Meclis’i İstanbul’da yeniden açmaya karar verdiklerinde Mustafa Kemal Paşa dışında tüm Heyeti Temsiliye üyeleri işgal altındaki İstanbul’a giderek İngilizlerin denetimi altında “parlamentoculuk” oynamaya kalktılar. Ancak Meclis’te “Misak-ı Milli” tartışmaları gündeme gelince, İngilizler İstanbul’u resmen işgal ederek yakaladıkları tüm mebusları Malta’ya sürgüne yolladılar. Bunlar arasında Rauf Bey de vardı!
(Devam edecek)