“68 kuşağı” olarak adlandırılan bizim kuşağımız açısından Nazım Hikmet yalnızca sosyalist bir şair değildi...

O aynı zamanda bizim yüreğimizde zaten taşıdığımız ulusal ve demokratik duyguları harekete geçiren, böylece bizi sosyalist olmaya iten yurtsever bir kahramandı...

Bizim kuşağımızın sosyalizmi benimsemesinde bu düşünceleri anlatan kitaplardan çok onun şiirleri rol oynamıştır.

***

Nazım Hikmet 3 Haziran 1963 günü hayatını kaybetti. Aradan 61 yıl geçti, ama şiirleri hâlâ “tazeliğini” koruyor ve günümüz gençliğine sesleniyor...

Bugünkü gençler bizden şanslı, çünkü bizim zamanımızın tersine Nazım’ın şiirleri günümüzde kitapçılarda serbestçe satılıyor...

Biz gençliğimizde o şiirleri kaçamak pelür kağıtlarına daktilo edilmiş silik yazılardan okuyabildiğimizde sevinir, unutmamak için ezberlemeye çalışırdık.

***

1965 ya da 66 yılında yaşadığımız bir olayı hatırlıyorum...

Sivas Kongre Lisesinde okuyordum...

Sosyalizme sempati duyuyordum ama TCK’nın ünlü 141 ve 142. maddeleri “sayesinde (!) o konuda okuyacak kitap bulamıyordum...

Sosyalizme ilişkin tüm kitaplar gibi Nazım’ın şiirleri de bu ceza maddeleri nedeniyle basılamıyor satılamıyor, bu şiirleri bir yerden bulup okuyanlar “komünizm propagandası yapmak” suçundan cezalandırılıyordu...

O sıralar Nazım Hikmet’in “Sen yanmasan, ben yanmasam, nasıl çıkar karanlıklar aydınlığa” dizelerini taşıyan şiirini duymuş, tekerleme gibi tekrarlıyordum. Daha sonra babamın okuyup sakladığı dergilerden birinde Nazım’ın “Anjina Pektoris” adlı şiirine rastladım. Dergi 1940’lı yılların antikomünist içerikli dergilerinden biriydi.

***

Şiir, 1940’lı yıllarda ülkelerini işgal eden emperyalistlere karşı savaşan Çinli sosyalistlerin ve İngiliz kuklası Yunan faşistlere karşı mücadele eden Yunanistanlı devrimcilerin kitleler halinde kurşuna dizilmeleri karşısında kendisi de yıllardır haksız yere cezaevinde yatmakta olan Nazım’ın duyduğu yürek acısını anlatmaktaydı...

Dergi şiirden şu dizeleri alıntılamıştı:

“Yarısı buradaysa kalbimin yarısı Çin’dedir doktor/ Sarınehre doğru akan ordunun içindedir/ Sonra her şafak vakti doktor/ Her şafak vakti kalbim Yunanistan’da kurşuna dizilmektedir.”...

Dergide yayınlanan yazıyı yazan kişi dizeleri aktardıktan sonra şu satırları eklemişti:  “Görüyor musunuz vatan haini Nazım Hikmet Yunanistan’da kurşuna dizilen komünistler için nasıl da üzülüyor!”

***

Derken bir gün okula giderken yol üzerinde yeni açılan bir kitapçıda o günlerde belki de yasal olarak yayınlanmış tek Nazım kitabı olan “İnek” adlı bir kitaba rastladım  ve hemen satın aldım...

Kitap, Nazım Hikmet’in yaşamının sonlarına doğru yazdığı bir tiyatro metniydi ve satın aldıkları inek sayesinde zengin olmayı hayal eden yoksul bir ailenin trajikomik hallerini anlatmaktaydı; o nedenle de “zararlı yayın” olarak görülmemiş ve her nasılsa yayınlanabilmişti...

Okula ulaştığımda ders zili çalmadan önce kitabı şöyle bir karıştırdım ve içeriğinin beklediğim gibi bir şey olmadığını görünce biraz da hayal kırıklığına uğradım.

***

O günlerde sınıf arkadaşlarımdan biri daha sonra 68 kuşağının ünlülerinden biri olan Aydın Çubukçu idi...

Edebiyat dersine giren bayan “hocamız” ödev olarak herkese bir şiir ezberleme görevi vermişti. Ezberlediğimiz şiirleri sınıfta tahtanın önüne çıkıp okuyorduk...

Aydın ve ben Nazım Hikmet meraklısı olduğumuzdan iyi anlaşırdık. Şiir okuma sırası kendine geldiğinde Aydın nereden bulduysa bulup ezberlediği Nazım’ın “Salkım Söğüt” adlı şiirini okudu. Şiir, bir arkadaşının uğruna mücadele ettikleri fikirleri terk ederek düzene teslim olması karşısında Nazım’ın duyduğu kişisel acıyı anlatmaktaydı.

***

Aradan bir-iki hafta geçmişti ki, ders sırasında bir hademe kapıyı tıklatıp sınıfa girdi ve Aydın ve benim müdür odasına çağrıldığımızı söyledi...

O sıralar okul müdürümüz olan Necmettin Karagülle “görmüş geçirmiş” bir hocaydı. Müdür odasına girdiğimizde odada Necmettin Hoca’nın yanı sıra tanımadığımız iki kişinin daha bulunduğunu gördük. Bu iki kişi kendilerini Milli Eğitim Bakanlığı tarafından görevlendirilmiş müfettişler olarak tanıttılar ve hakkımızda okulda Nazım Hikmet şiirlerini ve kitaplarını okumak vasıtasıyla komünizm propagandası yapmaktan ihbar olduğunu bildirdiler. İhbarcı “Nurcu” olarak tanınan ve o sırada Sivas’ta yeni açılan “Komünizmle Mücadele Derneği”ne “takılan bir sınıf arkadaşımızdı...

Epey bir sorgudan geçtikten sonra Necmettin Hoca’nın bizi kollayan yaklaşımının da etkisiyle meseleyi “adliyelik” olmadan atlatabildik.

***

Daha sonra Necmettin Hoca girdiği derste bize komünizmden uzak durmamız konusunda öğütler verdi...

Aydın da kendisini savunmak için “Hocam, domates yemekle kimse kırmızı olmaz!” dedi...

Necmettin Hoca gülerek şu cevabı verdi: “Peki, sarmısak yesen ağzın kokmaz mı?”

***

Gerçekten de Nazım’ın şiirleri sayesinde bizim kuşağın pek çok mensubu gibi bizim de “ağzımız epeyce koktu!”...

Aydın ve ben “12 Mart 1971 rejimi” döneminde yaptığımız bir eylem nedeniyle aldığımız cezalardan ötürü hayatımızın yirmi yıla yakın bir bölümünü cezaevlerinde geçirdik. Bu yıllar boyunca bol bol okuduğumuz Nazım’ı daha iyi anladık ve sevdik...

Bu büyük ozanı 61. ölüm yıl dönümünde saygı ve sevgiyle anıyorum.