Önceki yazımızda Türkiye’nin Batılı ülkelerle kurduğu stratejik ilişkilere alternatif arayışının 1978 yılında başladığını, o dönemde Bülent Ecevit başkanlığındaki hükümetin Dışişleri Bakanlığı tarafından hazırlanan bir raporda Türkiye’nin Batı tarafından içine sürüklendiği tuzağa dikkat çekilerek “bağlantısız ülkeler” ile ilişkilerin geliştirilmesi gerektiğinin vurgulandığını hatırlatmış...
Ardından, Batılı dostlarımızın” (!) bu görüşlerin hayata geçirilmesini engellemek amacıyla 12 Eylül askeri darbesinin düğmesine bastıklarını söylemiştik...
12 Eylül’de kurulan dikta rejimi, ülkeyi ABD’nin dümen suyuna sokmak ve Yunanistan’ın yeniden NATO’ya dönüşünü sağlamakla kalmamış, 1980 öncesi politikacılara siyaset yolunu kapatarak neo-liberal ekonomik reformların babası Turgut Özal’ın önce ekonominin patronu, sonra da “sivil rejimin başbakanı olmasının yolunu açmıştır.
***
Ecevit, yaşadığı bu tecrübeden “ders almış” (!) olacak ki, 12 Eylül rejiminin koyduğu yasakların referandumla kaldırılmasının ardından bir kez daha başbakan olma fırsatını yakaladığında 78’deki davranışının tam tersine ABD ile ilişkileri sıkılaştırmış, Dünya Bankası kadrosundan Kemal Derviş’i Ekonomiden sorumlu bakan olarak atamış ve Özal’ın neo-liberal “reformlarını” sürdürmüştü...
Ne var ki bu davranış ne kendisine ne de partisine hayır getirmişti!..
Kemal Derviş, görevini tamamlayıp tarıma giden tüm kaynakları bankaları kurtarma fonuna aktardıktan ve tarımsal kooperatifler ile küçük çiftçiliği batıran “Tarım reformunu” yaptıktan sonra hükümeti dağıtacak bir yol izlemiş; bunun sonucunda seçimlere gidilmiş ve ABD’nin yeni favorisi olan AKP seçimden tek başına iktidar olarak çıkmıştı.
***
AKP hem dış politikada hem de ekonomide Batı’ya endeksli siyasetleri 20 yılı aşkın bir süre devam ettirdi; ancak bu politikaların Suriye’de ve ekonomide yaşanan sıkıntılar nedeniyle tıkanmasının ardından yeni arayışlara yöneldi...
Son günlerde Rusya tarafından Türkiye’nin BRICS üyeliği için başvuru yaptığına ilişkin haberler bu arayışların bir sonucudur. Bu arayışların bir başka sonucu da yine Rusya’nın inisiyatifiyle Türkiye ile Suriye arasında diplomatik ilişkilerin yeniden kurulması doğrultusunda harcanan çabaların yoğunlaşmasıdır...
Ancak bu gelişmelerin bir kez daha tersine döneceğine ilişkin belirtiler hızla artıyor. Mevcut iktidarın yönetimi altında Türkiye’yi ABD’ye ve Batı’ya bağlayan siyasal ve ekonomik bağların kopartılmak bir yana gevşetilmesinin bile mümkün olamayacağı anlaşılıyor.
***
Nitekim son günlerde yaşanan bir başka gelişme bu gerçeği bir kez daha kanıtladı...
Hatırlanacağı üzere Rusya Dışişleri Bakanı Sergey Lavrov, "BRICS'te belirli örgütlere üye olanlarla ilişki kurulmasını yasaklayan bir kural yok. Ancak üyelik için AB'nin Ukrayna'da öne sürdüğü değerleri değil, üyelerin ortak değerlerini paylaşmak gerekiyor" diyerek Türkiye’nin BRICS’e üyeliği yolunun Ukrayna ve Suriye politikasını değiştirmesi durumunda açılacağı mesajını vermişti...
Ancak, tam da bu gelişmeler olurken Dışişleri Bakanı ve Milli Savunma Bakanı tarafından yapılan açıklamalar Türkiye’nin Suriye politikasının değişmeyeceğini gösterdi. Bu açıklamaların ardından Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan Kırım Platformu Liderler Zirvesi’ne bir mesaj göndererek Rusya’yı Kırım’ı ilhak etmekle suçladı...
Bu gelişmelerin yarattığı tepkiler nedeniyle Türkiye’nin 13 yıl aradan sonra davet edildiği ilk Arap Birliği toplantısında Dışişleri Bakanı Hakan Fidan konuşurken Suriye Dışişleri Bakanı başkanlığındaki Suriye heyeti salonu terk etti.
***
Yaşananlar, bir yandan Rusya ve Çin ile iyi ilişkiler kurulmaya çalışılırken diğer yandan ABD ve Batı ile paslaşmanın hiç de iktidarın beklediği türden sonuçlar doğurmayacağını gösteriyor...
Çünkü bu politika, ne ABD ve AB’yi ne de BRICS’in temel taşlarını oluşturan Rusya ve Çin’i mutlu ediyor...
Türkiye’nin “denge politikası” artık “miyadını doldurmuş” durumdadır; özellikle de Ortadoğu ve Ukrayna’da sıkışan ABD bu politikayı sabote ediyor.
***
Bu durumun en açık kanıtlarından biri ABD ve Güney Kıbrıs Rum Yönetimi (GKRY) arasında geçtiğimiz günlerde imzalanan yeni savunma işbirliği anlaşmasıdır...
Yapılan anlaşma uygulanırsa Yunanistan’ın Türkiye sınırını üslerle donatan ABD, bununla yetinmeyip Rum Ordusu’nu eğiterek NATO ile uyumlu hale getirmek bahanesiyle Kıbrıs Rum kesimine yerleşecek...
Bu da KKTC’nin varlık sorununu etkilemekle kalmayıp, Türkiye’nin Doğu Akdeniz’de sahip olduğu ancak Kıbrıs Rum Devleti’nin ve Yunanistan’ın tanımadığı hakların zaman içinde bu devletler tarafından gasp edilmesinin yolunu açacak.
***
Dışişleri Bakanlığı bu gelişmeler karşısında "ABD ile GKRY arasında savunma alanında işbirliğinin geliştirilmesi yönünde bir yol haritası imzalanmasını kınıyoruz." ifadesini içeren zayıf bir tepki göstermekle yetindi...
KKTC Dışişleri Bakanlığı ise yaptığı açıklamada “Kıbrıs Türk tarafının güvenliği hilafına atılan bu adımlar, ABD’nin Kıbrıs Adası’na yönelik tarafsız tutumuna zarar vermekte ve Kıbrıs meselesine adil, kalıcı ve sürdürülebilir bir çözüm bulunmasını güçleştirmektedir.” dedi...
Kısacası, bir yandan ABD diğer yandan Rusya baskıyı artırıyor; Türkiye ise iki arada bir derede kalmış görünüyor!
(Devam edecek)