Önceki yazımızda “Etki ajanlığı”nın “ajanlık”tan yabancı bir devletin doğrudan kontrolü altında olmamasıyla ayrıldığını söylemiş...
İşin içine yabancı bir devlet tarafından sağlanan maddi menfaat ya da talimat karışmamışsa kişinin dile getirdiği düşüncelerin “fikir özgürlüğü” kapsamı içinde ele alınması gerektiğini, yanlış bir fikrin eleştirilebileceğini, ama yanlış bir fikri savunması nedeniyle insanların hapse atılmasının çağdaş hukuk açısından kabul edilemeyeceğini sözlerimize eklemiştik...
Son olarak da kimi zaman toplumun genel kabullerine aykırı görülen ve yanlış kabul edilen bir fikrin daha sonra doğru çıkabileceğine dikkat çekmiş ve Rusya tarihinden böyle bir örnek vermiştik.
***
Bu tür tarihsel örnekler hemen her ülkenin tarihinde bulunabilir...
Lafı çok uzatmamak için Sovyetler Birliği’nde Stalin döneminde 1917 Ekim Devriminin bir çok önderinin sırf belirli bir dönemde uygulanan politikaları eleştirdikleri için “ajan” olarak tanımlandıklarını ve ağır cezalara çarptırıldıklarını...
ABD’de İkinci Dünya Savaşı sonrasında yaşanan “Mc Carthy terörü döneminde” insanların “komünist” ya da Komünist duygudaşı” olmaları nedeniyle “etki ajanlığı” ile suçlanarak ağır hapis cezaları, toplumsal dışlanma ve işsizlik cezaları ile karşı karşıya kaldıklarını hatırlatarak geçelim.
***
Bizim ülkemizde de özellikle II. Dünya Savaşı sonrasında ABD’nin etki alanına girdikten sonra sol fikirlere yakınlık duyan aydınlar “Rus casusluğu” ile suçlanmışlar, ünlü 141 ve 142. maddeler kullanılarak hapis cezalarına çarptırılmışlardır...
ABD “damgalı” 12 Mart ve 12 Eylül askeri darbeleri sırasında yüz binlerce insan bu suçlamalar nedeniyle işkenceden geçirilmiş ve yıllarca cezaevlerinde yatmak zorunda kalmıştır. Bu ceza maddeleri kaldırıldıktan sonra da ülkemizde fikir özgürlüğü sık sık “terörizm” ile karıştırılmış insanlar savundukları düşünceler nedeniyle cezalandırılmıştır...
Fikir özgürlüğü ile bir ülkeye ajanlık yapmak ya da terör örgütü olmak arasındaki fark ortadan silindiği takdirde bu tür uygulamalar gelecekte de karşımıza çıkacaktır.
***
Fikir özgürlüğü ile bir ülkeye para ya da ideolojik yakınlık nedeniyle “ajanlık” yapmak arasındaki farkın saptanması kimi zaman gerçekten zor olabilir...
Örneğin ABD’de soğuk savaş döneminde Sovyetler Birliği’ne ideolojik yakınlık nedeniyle ajan olarak hizmet veren bazı komünistler olmuştur...
Casus oldukları gerekçesiyle elektrikli sandalyede infaz edilen Rosenberglerin olayı günümüze kadar tartışılmıştır. Aynı şekilde İngiltere’de yabancı casusluk faaliyetlerine karşı mücadele etmek amacıyla kurulan MI6’in operasyonel bölümünün başındakilerin Sovyet casusu olduklarının anlaşılması yıllar sürmüştür...
Ancak hukuk, bu işler için vardır. Belgeler ve güvenilir tanıklıklar olmadan, kısacası maddi suç unsurları bulunmadan bir insanın fikirlerinin ya da ideolojik eğilimlerinin şu ya da bu ülkenin “stratejik çıkarlarına” hizmet ettiği savıyla kimse suçlanıp cezalandırılmamalıdır.
***
1980 sonrasında ABD’nin küresel egemenliğinin sağlamlaştırılması için bu devlet tarafından beslenen ve organize edilen şebekeler aracılığıyla gerçekleştirilen “renkli devrimler”, “etki ajanlığı” ile ilgili tartışmalara yeni boyutlar katmıştır...
Dijital çağın olanakları da manipülatif, yalan haberler, sahte videolar, trol ordularının yaydığı söylentilerin işin içine katılmasına neden olmuş, sorun daha da karmaşık bir hale gelmiştir. Bu tür faaliyetlerle alt yapısı hazırlanan “renkli devrimler” aracılığıyla Yugoslavya, Ukrayna, Gürcistan gibi bir çok ülkede ABD ile işbirliğine yanaşmayan hükümetler devrilmiş, yerlerine “kukla” yönetimler getirilmiştir...
Ülkemizde ABD’nin küresel egemenliğine karşı çıkan ya da dış ilişkilerimizin tek başına ABD’ye endekslenmesini doğru bulmayan çevrelere karşı yürütülen “Ergenekon” operasyonları da bu tür faaliyetlerin bir başka örneğidir.
***
Bu operasyonların yapıldığı dönemde dinsel inanç temelinde bir araya gelmiş bir topluluk görüntüsü altında ABD istihbarat örgütleriyle doğrudan bağlantılı olduğu daha sonraki gelişmelerle doğrulanmış olan Fethullah Gülen ve örgütü “ABD karşıtı” olarak tanımlanan ilerici ve aydın kişilere karşı siyasal gücün koruması altında “Mc Carthy dönemini” aratmayacak bir “cadı avı” yürütmüştür...
Bu kampanya aracılığıyla CHP gibi önemli bir partinin genel başkanı ve önemli yöneticileri kaset kumpaslarıyla tasfiye edilmiş,TSK içindeki yurtsever subaylar dijital yöntemlerle üretilen sahte suç delilleri kullanılarak suçlanmış, o dönemin genelkurmay başkanı İlker Başbuğ bile bu kampanyanın kurbanı olarak “terör örgütü yönetmek” suçlamasıyla tutuklanmıştır. Bu süreçte FETÖ kendi ajanlarını en sorumlu mevkilere getirmeyi başarmış ve 15 Temmuz darbe girişimiyle ülkenin yönetimine el koyma girişiminde bulunabilmiştir...
İşin garibi, bu faaliyetler “demokrasinin geliştirilmesi” adına yürütülmüş, “ulusalcılık” (ülke çıkarlarını savunmak) bu kampanyalarla bir suç haline getirilmiş (!) ve kendilerini “demokrat” olarak tanımlayan bir çok yazar, çizer, medya mensubu ve sanatçı bu faaliyetlere bilerek ya da bilmeyerek iştirak etmiştir.
***
Bu sözde aydınlar, FETÖcülerin kullandığı “demokrasi”, “12 Eylül rejiminin tasfiyesi” gibi söylemlerden etkilendikleri için FETÖ’nün kampanyalarına destek vermişlerdir...
Bu insanların bir bölümü özellikle 15 Temmuz darbe girişiminden sonra hatalarını görerek FETÖ çevresinden uzaklaşmıştır. O dönemde yaptıklarını savunan bir grup “Yetmez ama Evetçi” hâlâ vardır; ancak onları da sırf o kampanyaya destek verdikleri için “ajan” olarak tanımlamak doğru değildir...
Bu olaylar “etki ajanlığı” olarak adlandırılan ancak “kullanışlı aptallık” olarak nitelendirilmesi daha doğru olan faaliyetlerle “casusluk ya da ajanlık” arasında doğru bir ayrım yapılmasını zorunlu kılmaktadır.
(Devam edecek)
“Etki ajanlığı”... (II)
Önceki yazımızda “Etki ajanlığı”nın “ajanlık”tan yabancı bir devletin doğrudan kontrolü altında olmamasıyla ayrıldığını söylemiş...
İşin içine yabancı bir devlet tarafından sağlanan maddi menfaat ya da talimat karışmamışsa kişinin dile getirdiği düşüncelerin “fikir özgürlüğü” kapsamı içinde ele alınması gerektiğini, yanlış bir fikrin eleştirilebileceğini, ama yanlış bir fikri savunması nedeniyle insanların hapse atılmasının çağdaş hukuk açısından kabul edilemeyeceğini sözlerimize eklemiştik...
Son olarak da kimi zaman toplumun genel kabullerine aykırı görülen ve yanlış kabul edilen bir fikrin daha sonra doğru çıkabileceğine dikkat çekmiş ve Rusya tarihinden böyle bir örnek vermiştik.
***
Bu tür tarihsel örnekler hemen her ülkenin tarihinde bulunabilir...
Lafı çok uzatmamak için Sovyetler Birliği’nde Stalin döneminde 1917 Ekim Devriminin bir çok önderinin sırf belirli bir dönemde uygulanan politikaları eleştirdikleri için “ajan” olarak tanımlandıklarını ve ağır cezalara çarptırıldıklarını...
ABD’de İkinci Dünya Savaşı sonrasında yaşanan “Mc Carthy terörü döneminde” insanların “komünist” ya da Komünist duygudaşı” olmaları nedeniyle “etki ajanlığı” ile suçlanarak ağır hapis cezaları, toplumsal dışlanma ve işsizlik cezaları ile karşı karşıya kaldıklarını hatırlatarak geçelim.
***
Bizim ülkemizde de özellikle II. Dünya Savaşı sonrasında ABD’nin etki alanına girdikten sonra sol fikirlere yakınlık duyan aydınlar “Rus casusluğu” ile suçlanmışlar, ünlü 141 ve 142. maddeler kullanılarak hapis cezalarına çarptırılmışlardır...
ABD “damgalı” 12 Mart ve 12 Eylül askeri darbeleri sırasında yüz binlerce insan bu suçlamalar nedeniyle işkenceden geçirilmiş ve yıllarca cezaevlerinde yatmak zorunda kalmıştır. Bu ceza maddeleri kaldırıldıktan sonra da ülkemizde fikir özgürlüğü sık sık “terörizm” ile karıştırılmış insanlar savundukları düşünceler nedeniyle cezalandırılmıştır...
Fikir özgürlüğü ile bir ülkeye ajanlık yapmak ya da terör örgütü olmak arasındaki fark ortadan silindiği takdirde bu tür uygulamalar gelecekte de karşımıza çıkacaktır.
***
Fikir özgürlüğü ile bir ülkeye para ya da ideolojik yakınlık nedeniyle “ajanlık” yapmak arasındaki farkın saptanması kimi zaman gerçekten zor olabilir...
Örneğin ABD’de soğuk savaş döneminde Sovyetler Birliği’ne ideolojik yakınlık nedeniyle ajan olarak hizmet veren bazı komünistler olmuştur...
Casus oldukları gerekçesiyle elektrikli sandalyede infaz edilen Rosenberglerin olayı günümüze kadar tartışılmıştır. Aynı şekilde İngiltere’de yabancı casusluk faaliyetlerine karşı mücadele etmek amacıyla kurulan MI6’in operasyonel bölümünün başındakilerin Sovyet casusu olduklarının anlaşılması yıllar sürmüştür...
Ancak hukuk, bu işler için vardır. Belgeler ve güvenilir tanıklıklar olmadan, kısacası maddi suç unsurları bulunmadan bir insanın fikirlerinin ya da ideolojik eğilimlerinin şu ya da bu ülkenin “stratejik çıkarlarına” hizmet ettiği savıyla kimse suçlanıp cezalandırılmamalıdır.
***
1980 sonrasında ABD’nin küresel egemenliğinin sağlamlaştırılması için bu devlet tarafından beslenen ve organize edilen şebekeler aracılığıyla gerçekleştirilen “renkli devrimler”, “etki ajanlığı” ile ilgili tartışmalara yeni boyutlar katmıştır...
Dijital çağın olanakları da manipülatif, yalan haberler, sahte videolar, trol ordularının yaydığı söylentilerin işin içine katılmasına neden olmuş, sorun daha da karmaşık bir hale gelmiştir. Bu tür faaliyetlerle alt yapısı hazırlanan “renkli devrimler” aracılığıyla Yugoslavya, Ukrayna, Gürcistan gibi bir çok ülkede ABD ile işbirliğine yanaşmayan hükümetler devrilmiş, yerlerine “kukla” yönetimler getirilmiştir...
Ülkemizde ABD’nin küresel egemenliğine karşı çıkan ya da dış ilişkilerimizin tek başına ABD’ye endekslenmesini doğru bulmayan çevrelere karşı yürütülen “Ergenekon” operasyonları da bu tür faaliyetlerin bir başka örneğidir.
***
Bu operasyonların yapıldığı dönemde dinsel inanç temelinde bir araya gelmiş bir topluluk görüntüsü altında ABD istihbarat örgütleriyle doğrudan bağlantılı olduğu daha sonraki gelişmelerle doğrulanmış olan Fethullah Gülen ve örgütü “ABD karşıtı” olarak tanımlanan ilerici ve aydın kişilere karşı siyasal gücün koruması altında “Mc Carthy dönemini” aratmayacak bir “cadı avı” yürütmüştür...
Bu kampanya aracılığıyla CHP gibi önemli bir partinin genel başkanı ve önemli yöneticileri kaset kumpaslarıyla tasfiye edilmiş,TSK içindeki yurtsever subaylar dijital yöntemlerle üretilen sahte suç delilleri kullanılarak suçlanmış, o dönemin genelkurmay başkanı İlker Başbuğ bile bu kampanyanın kurbanı olarak “terör örgütü yönetmek” suçlamasıyla tutuklanmıştır. Bu süreçte FETÖ kendi ajanlarını en sorumlu mevkilere getirmeyi başarmış ve 15 Temmuz darbe girişimiyle ülkenin yönetimine el koyma girişiminde bulunabilmiştir...
İşin garibi, bu faaliyetler “demokrasinin geliştirilmesi” adına yürütülmüş, “ulusalcılık” (ülke çıkarlarını savunmak) bu kampanyalarla bir suç haline getirilmiş (!) ve kendilerini “demokrat” olarak tanımlayan bir çok yazar, çizer, medya mensubu ve sanatçı bu faaliyetlere bilerek ya da bilmeyerek iştirak etmiştir.
***
Bu sözde aydınlar, FETÖcülerin kullandığı “demokrasi”, “12 Eylül rejiminin tasfiyesi” gibi söylemlerden etkilendikleri için FETÖ’nün kampanyalarına destek vermişlerdir...
Bu insanların bir bölümü özellikle 15 Temmuz darbe girişiminden sonra hatalarını görerek FETÖ çevresinden uzaklaşmıştır. O dönemde yaptıklarını savunan bir grup “Yetmez ama Evetçi” hâlâ vardır; ancak onları da sırf o kampanyaya destek verdikleri için “ajan” olarak tanımlamak doğru değildir...
Bu olaylar “etki ajanlığı” olarak adlandırılan ancak “kullanışlı aptallık” olarak nitelendirilmesi daha doğru olan faaliyetlerle “casusluk ya da ajanlık” arasında doğru bir ayrım yapılmasını zorunlu kılmaktadır.
(Devam edecek)