Genel çöküşümüzü ifade etmek açısından fizikteki birleşik kaplar teorisine sıkça başvurduğumuz bilinir. Her olayı izah etmez ama çoğu gelişmeyi anlamak bakımından uygulayabileceğimiz bir formüldür. Örneğin eğitimdeki gerilemenin sonuçlarını ekonomiye yansımalarından görmek mümkündür ki, geçen hafta açıklanan TÜİK sanayi üretimi verilerine bu açıdan bakmak bile yeterlidir.

Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK) tarafından yapılan açıklamaya göre, yılın ikinci çeyreğinde yüzde 1,8 daralan sanayi üretimi üçüncü çeyrekte daha sert bir daralma gösterdi. Temmuz ayında yüzde 3,9, Ağustos ayında yüzde 5,2, Eylül ayında ise yıllık bazda yüzde 2,4 azaldı ve bu rakamlar bize yılın kalan kısmında da sanayideki daralmanın süreceğini gösteriyor.

Ancak sanayinin alt sektörleri incelendiğinde çok yapısal ve kronik bir sorunun varlığına işaret eden veriler var. En sert daralma, makine ve teçhizat alımına ilişkin sermaye mallarında gözüküyor. Yani makine ve teçhizat alımı, ekonomik canlılığın bir işareti kabul edilirken düşüşü de gerileme anlamına geliyor. Daha vahimi, bu daralmanın ileri teknoloji ürünler sözkonusu olduğunda daha da artması. Çünkü, yüksek teknoloji ürünlerin yıllık daralma oranı yüzde 21’e çıkmış. Orta yüksek teknolojili ürünlerdeki daralma yüzde 4,4. Düşük teknolojili ürünlerde ise yüzde 0.9 artış sözkonusu. Artış gösteren bir alt grup da yüzde 1,1 ile elektrik, gaz, buhar kategorisi…

Oysa Türkiye’nin ihracatında en çok ihtiyaç duyduğu kategori yüksek teknolojili ürünler. Her ne kadar son yıllarda savunma sanayinde yüksek teknolojinin payı göreceli artmış gözükse de genel ekonomik büyüklük içerisinde yüksek teknolojinin payı hep düşük. Nitekim, gelişmekte olan ülkelerde ileri teknoloji ürün ihracatının payı, toplam ihracat içinde yüzde 20’lere ulaşırken Türkiye’de bu rakam yüzde 4’ün altında bulunuyor. Türkiye’de sanayi çoğunlukla düşük ve orta teknolojiden oluşuyor ki, bu da eğitimle yakından ilgili.
 
Yani bir kamyon domates ihracat ederken elde ettiğiniz gelir, sadece küçük bir çip almaya yetiyorsa, o ekonominin derinliği ve niteliği sorgulanıyor. Dünyadaki bütün ekonomik sistemin sarsıldığı ve yeni bir düzenin kurulduğu bir dönemde kuşkusuz ki domates üretiminin de bir değeri var ama çipi üreten domatese de ulaşıyor.

Türkiye, yüksek teknolojili ürün payını artırmak istese de mevcut eğitim sisteminin bunu sağlayamadığı çok açık. Tarikat ve cemaatlerin cirit attığı okullarda, kaderciliği, kulluğu, biat etmeyi öğütleyen, özgür düşünceyi, eleştirel aklı, felsefeyi, evrim teorisini dışlayan bir eğitim sisteminden ileri teknoloji üretecek nesil çıkmıyor. Zaten iyi eğitimli nüfusun imkan yaratabileni, geleceğini yurtdışında ararken, kayırmacılık, torpil, rüşvet nedeniyle yani hak ettiği halde iş bulamayanlar da boşlukta ömür çürütüyor.

Öğretmen atamalarına bakın. Din kültürü ve ahlak bilgisi branşında atanan öğretmenlerin sayısı matematik, fizik, kimya branşlarında atananlardan katbekat fazla oluyor. Haliyle bütün okullarınız imam hatipleşmişse orada yapay zeka, dijitalleşme ve benzeri konular, maket kabe tavafları, cenaze defin ritüellerinin gerisinde kalıyor. Zaten PİSA verileri de bu gerilemenin kanıtı.

Türkiye’nin araştırmaya dahil olduğu 2003 yılından bu yana okuma, matematik ve fen bilimleri alanlarının tümünde OECD ortalamasının altında kalıyoruz. OECD ortalaması altında kalmakla beraber 2012 yılına kadar bir artış eğilimi sözkonusu iken 2015 yılından itibaren puanımız sürekli düşüyor. Bu verilerin içinde en çarpıcı olanı okuduğunu anlamayan bir neslin yetişiyor olması.
Türkiye, her alanda toptan çöküş yaşıyor aslında. Demokrasisi, eğitimi, ekonomisi, ortalama geliriyle yani tüm yaşamıyla vasatlıkta dengesini kuruyor.