Enflasyon özellikle orta ve alt gelir grupları açısından yaşamı tehdit eden bir “canavar” haline geldi...

Görünüşte devlet başkanından tutun da ekonomiden sorumlu bakana kadar herkes bu durumdan şikayetçi. O nedenle “enflasyona karşı” çeşitli çareler aranıyor...

Ama “canavar” bir türlü durdurulamıyor!

***

Şimdilerde pek hatırlanmıyor ama 2021 yılı başlarında, Cumhurbaşkanımız bir “ekonomist” olarak enflasyona çareyi bulduğunu ve ilacı uygulamaya koyduğunu şu sözlerle millete duyurmuştu: “Faiz ve enflasyon doğru orantılıdır. Faiz sebep, enflasyon neticedir. Buna inanmayanlar olabilir. Benim alanım ekonomi, neticesi de ortada.”...

Bu açıklama sonrasında 2021 yılı sonlarında yüzde 19 olan faiz oranı 2023 yılı başlarında yüzde 8.5’e kadar düşürülmüştü...

Buna karşılık 2021 yılında TÜİK’e göre yüzde 36 olan enflasyon 2022  yılında yüzde 64’e yükselmiş, 2023’te yüzde 64,77 olmuştu. ENAG ise gerçek enflasyonu yüzde 127,21 olarak açıklamıştı.

***

TÜİK’in açıkladığı oran esas alınsa bile bu, Türkiye’nin son 22 yıllık dönemde gördüğü en yüksek enflasyon oranıydı.

Ekonomist Mahfi Eğilmez, bu paradoksu o zaman şöyle izah etmişti:

“Bilimsel gerçekler yüksek faizin yüksek enflasyonun sonucu olduğunu gösterdiği halde bunun tersinin geçerli olduğunu, yani yüksek enflasyonun yüksek faizin sonucu olduğunu iddia edenler var. İddia etmekle kalmıyor kanıtlamaya ve Merkez Bankasının faizini düşürerek enflasyonu düşürmeye uğraşıyorlar. Bilimsel gerçeğin tersini kanıtlama çabası yeni bir yaklaşım değil. Türkiye aynı iddiayı 1994’de ortaya atıp uygulamaya kalkınca büyük bir kriz yaşamıştı.”

***

Sonuçta 2024 yılı Nisan ayına geldiğimizde karşımıza çıkan tablo şu oldu:

Türkiye TÜİK verilerine göre enflasyonda dünya dördüncüsü, ENAG verilerine göre ise dünya üçüncüsüydü...

Sıralamada bizim önümüzde üç ülke Arjantin, Suriye ve Lübnan yer alıyordu. Bunlardan Arjantin  “batık ülke” olarak kabul ediliyordu. Suriye ve Lübnan ise yıllardır savaş ekonomisi içinde yaşamaktaydı. ABD ve Batılı ülkeler tarafından tam bir yaptırım kuşağına alınan İran ve Venezuela gibi ülkeler enflasyon karşısında bizden daha başarılı mücadele vermişler, bizim gerimizde yer almışlardı. Rusya ise tüm yaptırımlara rağmen yüzde 7,2 oranını korumuştu ve 2024’te enflasyonu yüzde 4,5’e indirmesi bekleniyordu.

***

Hal böyle olunca mecburen ekonomide bir “tornistan” yapıldı ve 2016 yılında izlediği ekonomik politikalar beğenilmediği için önce ekonominin başından alınan, daha sonra da siyasetten tasfiye edilen Mehmet Şimşek Haziran 2023 ‘te tekrar Hazine ve Maliye Bakanı olarak görevlendirildi...

Şimşek’in enflasyona karşı mücadele anlayışı Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın öğretisinin tam zıddıydı...

Erdoğan’ın faiz oranını düşürme politikasının amacı piyasaya para arzını artırma, düşük faizle borçlanarak harcamaları artırma ve ekonomiyi canlandırma olarak özetlenebilirdi. Bu anlayış, enflasyondaki yükselişin sebebini “dışarıdan” kurların yapay bir şekilde yükseltilmesine bağlıyordu. Böylece enflasyonun suçlusu ekonomiyi batırmak isteyen “yabancı çevreler” oluyordu!

***

Elbette Türkiye’ye borç veren uluslararası finans kurumları bu teoriden hoşnut değillerdi...

Yüksek faiz, sıcak para hareketlerinden kazanılan para miktarını artırdığı için onlar açısından önemliydi...

Şimşek’in savunduğu yöntem ise tam da onların istediği gibi “yüksek faiz/acı reçete” politikasına dönüşü temsil ediyordu. Bu politikanın uygulanması sonucunda faizler yükseltilirken çalışan kesimin ücretlerine zam yapılmıyor ya da enflasyon oranının altında zam yapılıyordu. Böylece enflasyonun yükselmesine neden olan para arzı (basımı) sınırlanıyor, bu politikanın faturası ise çalışan kesime ödettiriliyordu.

***

Bu ekonomik program, 2001 krizinde Dünya Bankası ve IMF tarafından Kemal Derviş aracılığıyla Ecevit başkanlığındaki DSP-ANAP-MHP hükümetine dayatılan programın bir benzeriydi...

O programın uygulanması sonucunda sıcak para hareketlerindeki düzensizlikler sonucu batma noktasına gelen bankalar “kemer sıkma” önlemleri ve tarım sektörüne giden desteklerin tümüyle kaldırılması yoluyla kurtarılmıştı...

Finansal sistem bu şekilde düzeltilince, 2002 yılından başlayarak Türkiye’ye sıcak para akışı canlanmıştı. Bu arada Ecevit hükümeti döneminde çekilen sıkıntılar nedeniyle IMF yandaşları gözden düşmüş, bu sıkıntılardan yararlanarak iktidara gelen ancak aynı programı “yumuşatarak” uygulayan AKP, bu akıştan yararlanmış ve iktidarının ilk yıllarında bir “sahte bahar” manzarası yaratmıştı.

***

Şimşek’in temsilcisi olduğu IMF politikalarına açık bir dönüş, bu nedenle AKP açısından “siyaseten” sıkıntılıydı...

Bu sıkıntıyı hafifletmek için şu sıralar “IMF’siz IMF politikaları” diyebileceğimiz bir sistem uygulanıyor...

Bu yöntemle bir yandan yüksek faiz peşindeki sıcak para ülkeye davet edilirken, diğer yandan borçlanmada kuralları olan olan IMF yerine tek kuralı daha yüksek faiz ve kâr olan finans çevreleri devreye sokulmaya çalışılıyor. IMF de sorumluluk almadığı için bu yönteme itiraz etmiyor.

(Devam edecek)