Cumhuriyetimizin ilan edilmesinin üzerinden 95 yıl geçti...

Bu kadar yıl sonra yukarıdaki başlık insana garip gelebilir...

Ama gelmemeli!..

***

Çünkü, tarihin yolu inişli çıkışlıdır...

Ve siyasi rejimler ancak onu savunanlar güçlüyse varlıklarını sürdürebilir...

Bizim de aradan kaç yıl geçerse geçsin cumhuriyetimizi savunma görevini sürdürmemiz gerekmektedir.

***

Bizim cumhuriyetimiz bir ulusal kurtuluş savaşı sonunda kurulmuştur...

Bu ulusal kurtuluş savaşı, aynı zamanda bir devrim niteliğini taşımaktadır...

Dolayısıyla cumhuriyetimizin gelişip güçlenmesi, ulusal ve demokratik devrim sürecimizin gelişip güçlenmesi ile yakından bağlantılıdır.

***

Her devrimin yandaşları olduğu gibi karşıtları da vardır...

Eğer devriminin yandaşları onu yeteri kadar savunamazlarsa karşıtları güçlenir ve onu ortadan kaldırır...

Ya da içini boşaltır, ki bu da aynı kapıya çıkar.

***

Cumhuriyet devrimimizin en önemli özelliği birbirinden kopuk etnik ve dinsel topluluklardan oluşan ve bir hanedan tarafından fermanlarla yönetilen toplumu bir 'millet' haline getirmesidir...

Elbette bu bir anda olup bitecek bir olay değildir...

Ancak bu yönde sağlanan gelişmeler küçümsenmemelidir.

***

Siz bakmayın her 'millet' ya da 'ulus' lafı duyduğunda 'milliyetçilik', 'faşizm', 'ırkçılık' diye ayağa kalkanlara...

Millet gerçeği, hala çağımızın en büyük gerçeğidir...

Ve eğer millet, kendisini egemen kılan bir cumhuriyet bünyesinde bilimsel bir dünya görüşü etrafında örgütlenmemişse bir 'hiç' olarak nitelendirilebilir.

***

Cumhuriyet devrimimizin önderi Mustafa Kemal Atatürk'ün 'Ne mutlu Türk'üm diyene' ve 'Hayatta en hakiki mürşit (aydınlatıcı) ilimdir' sözlerine bu gerçekler ışığında bakarsak cumhuriyet devrimimizin milletimizin oluşumunda ne kadar büyük bir rol oynadığını daha iyi anlayabiliriz...

Bu sözler, 'millet' kavramını tam da olması gerektiği gibi hem ırkçılık ve faşizm gibi sapkın ideolojilerin peşine takılmış topluluklardan hem de bilimsel gelişmeleri bir tarafa atarak hurafeler etrafında toplanmış cemaatlardan ayırmaktadır...

Bu açıdan bakıldığında millet egemenliğinin çeşitli toplumsal sınıfların yürüttüğü hak ve hukuk mücadelesinin önünü açtığı bile söylenebilir. Çünkü millet yoksa, milli egemenlik yoktur ve milli egemenlik yoksa onu elde etme mücadelesi sınıfsal mücadelenin de önüne geçmek zorundadır.

***

Bu gerçeği en açık bir biçimde ortaya koyan olay, ulusal kurtuluş savaşımızda yaşanan 'İştirakçi Hilmi vakası'dır...

'İştirakçi Hilmi', Anadolu'daki milli kurtuluş savaşına gözlerini kapatarak işgal altındaki İstanbul'da İngilizlerden aldığı destekle Fransız şirketlerinde grevler yapmış...

Ama sınıf mücadelesi veremediği gibi tarih sahnesinden de utanç verici bir biçimde silinip gitmiştir.

***

Bu satırları yazmamıza neden olan şey, cumhuriyet karşıtlarının faaliyetlerinden çok onu savunması gerekenlerin azımsanmayacak bir bölümünün bu gerçekleri görmemesi ya da bildiklerini unutmuş görünmesidir...

Ne yazık ki günümüzde ABD'nin emrine girmiş 'mikro milliyetçilerin' Mustafa Kemal Atatürk hakkında ortaya attıkları haksız suçlamalar, cumhuriyeti savunması gereken 'bir kısım toplumcu aydınlar' üzerinde hala etkili olmaya devam etmektedir...

O nedenle lafı uzatmayalım ve sözünü ettiğimiz aydınların hayran olduklarını söyledikleri bir devrimcinin, Fidel Castro'nun, bu konudaki düşüncelerini hatırlatalım...

Bakınız, Küba'da görev yapan ve onunla bu konuda sohbet eden eski bir Türk diplomat (Gökhan Eşeli), daha dün bir gazeteciye anılarını anlatırken bu konuda neler söylüyor:

'Fidel Castro, Atatürk ile ilgili o ünlü, 'Ben de devrim yaptım, ama Atatürk'ün yaptığı inkılapları yapamazdım. Atatürk'ün devrimi bizimkinden daha üstün…' sözlerini rahmetli Leyla Umar'la birlikte yediğimiz öğle yemeğinde söylemiştir. Kendisi Atatürk'e hayranlık beslemekteydi. Türkiye'nin tarihteki ve gelecekteki yerinin önemini gayet iyi biliyordu.'

Cumhuriyetimizin değerini bilmeyenlere ya da bilip de bilmezden gelenlere duyurulur!