Son yazımızda yüzyıllar boyunca kendisini 'ümmet' olarak gören Osmanlı toplumunun Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlarına dönüşme sürecini ele almış ve bu dönüşümün bir çok Avrupa ülkesinde olduğu gibi 'aşağıdan', yani toplumun ve kitlelerin reformlar için mücadele ederek bunu yöneticilere kabul ettirmesi şeklinde değil...
Tam aksine 'yukarıdan', yani ülkesini bağımsızlığa kavuşturarak büyük prestij kazanmış bir kurtarıcı liderin 'toplumu ve devleti yeniden biçimlendirmesi' biçiminde gerçekleştiğini söylemiştik...
Bunun bir örneği olarak da, 1928 gibi geç bir tarihte Atatürk, Arap harfleri yerine Türk harflerinin kullanılmasını gündeme getirdiğinde en yakın çalışma arkadaşı olan İsmet İnönü'nün bile 'Ben bu işin başında çok tereddüt gösterdim. Daha önce Enver Paşa'nın yaptığı teşebbüs gibi başarısızlıkla sonuçlanmasından korkuyordum.' demesini örnek göstermiştik.
***
Mustafa Kemal Atatürk'ün gerçekleştirdiği dönüşümler genellikle iki farklı perspektiften eleştirilir...
Bir kesim, bu dönüşümlerin 'halktan kopuk olarak' gerçekleştirildiğini, devletin biçimini değiştirmekle kalmayıp toplumun yüzlerce yıllık adetlerini, törelerini, kültür birikimini de ortadan kaldırdığını, o nedenle de halk tarafından benimsenmediğini savunur...
Diğer kesim ise dönüşümlerin 'üst yapı' alanında kaldığını, siyasi özgürlüklerin sağlanamadığını, sosyal dönüşüm açısından önem taşıyan reformların gerçekleştirilemediğini öne sürer.
***
Her iki kesimin iddialarında da bazı 'gerçek parçaları' vardır. Ancak 'gerçeğin bütünü' yoktur; çünkü her iki kesim de sonuçta kendi kalıplaşmış düşüncelerinden yola çıkmakta, toplumsal gelişmeyi belirleyen objektif koşulları hesaba katmamaktadır...
Atatürk, 'devrimlerini' gerçekleştirirken ne toplumun 'muhafazakar çoğunluğu'nun direncine teslim olmuş, ne de ütopik toplum projelerinin peşinden koşmuş, olasılıkları sonuna kadar zorlamış ve bunları gerçeğe dönüştürmüştür...
O, binlerce yıllık geri üretim ilişkileri içinde yaşayan gelenek görenekleri kılavuz edinmiş bir toplumda, bilimi rehber edinip geçmişte sağlanan birikime sahip çıkarak çağdaş uygarlığın değerlerine dayanan modern bir toplumun temellerini atmış ve bu işi tüm dünyanın şaşkınlıkla izlediği bir hızla yapmıştır.
***
Sözünü ettiğimiz dönüşümleri tek tek hatırlayalım:
Saltanatın kaldırılması (1922), Cumhuriyetin ilanı (1923), Hilafetin kaldırılması (1924), Şer'iyye Mahkemelerinin kapatılması (1924), Medreselerin kapatılması ve Öğretimin Birleştirilmesi (1924), Çiftçinin belini büken yüzlerce yıllık 'Aşar' vergisinin kaldırılması, örnek devlet çiftliklerinin kurulması (1925), Tarım Kredi Kooperatifleri'nin kurulması (1925), Kıyafet Kanununun çıkarılması (1925), Tekke ve Zaviyelerin kapatılması (1925), Milletlerarası Takvim ve Saatin, Yeni Rakamların kabulü (1925), Harf Devrimi'nin yapılması (1928), topraksız halka toprak dağıtmayı amaçlayan Toprak Kanunu'nun kabul edilmesi (1929), Kadınlara Seçme ve Seçilme Hakkının tanınması (1930), Çok Partili Rejime Geçiş denemesi (1930), Üniversite Reformu'nun gerçekleştirilmesi (1933) ve Laikliğin Anayasaya girmesi (1937)...
Unutmayalım ki, 1920'lerin koşullarında, hangi ülkede olursa olsun bu dönüşümlerin tek bir tanesinin gerçekleştirilmesi bile büyük başarı sayılmış, kimi zaman da gerçekleştirenlerin iktidarlarına mal olmuştur... Dahası, bu dönüşümler, tek bir modern fabrikası bulunmayan, kadınların toplumsal yaşamdan tümüyle dışlandığı, nüfusunun yüzde 80'den fazlasının feodal ilişkiler içinde yolu, suyu, elektriği olmayan köylerde yaşadığı bir toplumda, neredeyse on yıllık bir zaman dilimi içinde hızla gerçekleştirilmiş ve öylesine halka mal edilmiştir ki, daha sonra iktidara gelen 'reaksiyoner' yönetimlerin hiç biri, bunları yok sayamamıştır.
***
Kısacası, bu dönüşümler 'yukarıdan' gerçekleştirilseler bile, 'halktan kopuk' uygulamalar olarak kalmamış, kısa zamanda halk tarafından benimsenmişlerdir...
Bu işi başarmanın, 'aşağıdan' gelen talepleri gerçekleştirmekten çok daha güç olduğu açıktır...
Mustafa Kemal Atatürk'ü dünyanın en büyük devrimcilerinden biri yapan, bu zor işi çok kısa zamanda başarmış olmanın yanı sıra bunu yaparken İslam dünyası başta olmak üzere dünyanın sömürge ve yarı-sömürge ülkeleri için bir model oluşturmasıdır.