Önceki yazılarımızda AKP tarafından hazırlanacağı açıklanan yeni anayasa tartışmaları sırasında gündeme gelen 1921 ve 1924 anayasaları üzerinde durmuş...

Bu anayasaların aslında Ulusal Kurtuluş Savaşı'nı yöneten Mustafa Kemal Paşa'nın yeni bir devlet, bir cumhuriyet kurmayı hedefleyen projesinin gerçekleşme sürecindeki aşamaların 'kilometre taşları' olduğunu belirtmiştik...

O nedenle 1921 anayasasında saltanat ve hilafetin kaldırılması ya da cumhuriyetin kurulmasına ilişkin hiçbir madde olmasa da bu anayasa o gelişmelerin ilk adımıydı... 1924 Anayasası 1921 Anayasası'nın devamıyda ve daha sonra bu anayasa çerçevesi içinde çıkarılan bazı kanunlar anayasa maddeleri kadar etkili olacaktı.

***

Bu kanunların en önemlileri 3 Mart 1924 günü kabul edilen Hilafetin kaldırılmasına, Şer'iye ve Evkaf ve Erkan-ı Harbiye-i Umumiye Vekaleti'nin İlgasına ve Tevhid-i Tedrisat Kanunu'nun kabulüne ilişkin üç yasaydı...

20 Nisan 1924'de kabul edilecek olan yeni anayasa, aslında bu yasalarla oluşturulan yeni düzenin onaylanmasından başka bir şey değildi... Gerçi 1924 Anayasının 2. maddesinde 'Türkiye Devletinin dini, Dini İslamdır' maddesi yer almaya devam ediyordu, ama değişim ve dönüşüm sürmekteydi...

Bu süreç içinde 1928 yılı Nisan ayında Anayasa'da yapılan bir değişiklikle bu madde kaldırıldı, daha sonra 1937 Şubat ayında yapılan bir başka değişiklikle 2. maddeye son hali şu şekilde verildi: 'Türkiye Devleti, Cümhuriyetçi, milliyetçi, halkçı, devletçi, laik ve inkılapçıdır'.

***

Bir noktayı hemen belirtelim...

Türkiye'nin 1919'dan başlayarak 1930'lu yılların sonlarına kadar devam eden 'yenilenme' sürücinin itici gücü anayasadaki maddeler ve değişimler değil, Mustafa Kemal Atatürk'ün liderliğinde ülkenin yenilikçi ve ilerici güçlerinin siyaset, ekonomi ve dış politika alanında kazandığı başarılardı...

Bu başarılar olmasaydı, anayasa metinlerinde bir takım değişiklikler yapılsa bile bunlar yaşama geçirilemez ve zamanla 'dumura' uğrardı.

***

Burada Cumhuriyet Devrimi döneminin en önemli düşün ve siyaset adamlarından biri olan, aynı zamanda anayasa ve yasalarda yapılan değişimlerde önemli rol oynayan bir kişiliğin düşüncelerinden söz etmek zorunlu bir hale geliyor...

Günümüzde büyük ölçüde unutulmuş bu kişilik, 1892'de Kuşadasının köklü ailelerinden birinin çocuğu olarak dünyaya gelen, hukuk eğitimini tamamladıktan sonra İsviçre'ye giderek Freiburg Üniversitesi'nde kapitülasyonlar konusunda hazırladığı tezle Hukuk Doktorasını veren, ülkenin işgal edilmesinin ardından memleketine dönerek Aydın-Kuşadası cephesinde işgalcilere karşı savaşan, bu arada Ankara'daki Hükümetin görüşlerini yansıtan Hakimiyet-i Milliye'deki yazdığı ateşli yazılarla ünlenen Mahmut Esat Bozkurt'tur...

Birinci Meclis'te İzmir mebusluğu yaparken İktisat Bakanlığı ve Adliye Bakanlığı görevine getirilen, aktif siyaseti bıraktıktan sonra Ankara Hukuk Mektebi'nde, Ankara Siyasal Bilgiler Okulu'nda ve İstanbul İnkilap Enstitüsü'nde profesör olarak ders veren Bozkurt'un düşünceleri, sözünü ettiğimiz dönemde anayasal süreçte yaşanan değişim ve dönüşümlerin anlaşılabilmesi açısından son derece önemlidir.

***

Mahmut Esat Bozkurt, 21 Aralık 1943 yılında 51 yaşında vefat etti...

Düşün yaşamının son ürünü Mustafa Kemal Atatürk'ün isteği ve desteğiyle başladığı , ancak onun ölümünden sonra tamamlayabildiği 'Atatürk İhtilali' başlıklı kitabıydı...

Bozkurt, Atatürk'e ithaf ettiği kitabının birinci bölümünde 'Türk Devrimini' dünyadaki gelişmelere bağlayarak felsefi bir temele oturtuyor, ikinci bölümde kuruluş döneminin gelişmelerini yorumluyor ve son bölümde ekonomik, sosyal ve siyasal sistemler açısından bir değerlendirme yapıyordu.

***

Kitabının 'Başlangıç' bölümünde anayasa ve kanunların bir yaptırım gücü olmadan anlam taşımayacağını belirten Bozkurt, yaşanan gelişmelerin dinamik gücünü şöyle tanımlıyordu:

'Kanunların yaptırım gücü, devlettir. Daha açık bir deyimle: Kanun, Devletin polisi, jandarması, ordusudur. Fakat bunların da üstünde bir yaptırım gücü vardır ki, bu da milletin kendisidir...

Milletler bu güçlerini göstermekte ne kadar diri ve çevik davranırlarsa, o nispette 'Varım!' demek hak ve yetkisine malik olurlar.'

(Devam edecek)