Ülkemiz bir kez daha 'anayasa tartışması' içine girmiş bulunuyor...

'Bir kez daha' diyoruz, çünkü ülkemizin tarihinde 'anayasa tartışmaları' neredeyse hiç bitmemiştir...

O nedenle, bu tartışmaya girmeden önce, neden anayasa yapmak ve değiştirmekle bu kadar çok uğraştığımızı anlamaya çalışacağız!

***

Önce bir kaç hatırlatma...

Anayasa, günümüzde temsili demokrasinin olmazsa olmaz bir unsuru olarak kabul edilir...

Ancak bu iddia biraz şüphelidir...

Temsili demokrasinin gelişip güçlendiği ülkelerin başında İngiltere ve ABD gelir...

İngiltere'de tek metinden oluşan bir anayasa yoktur. Kamu düzeni ve vatandaş hakları arasındaki ilişkiler kanunlar, mahkeme kararları, uzman çalışmaları ve antlaşmalar gibi yazılı metinler doğrultusunda şekillenmiştir. Bu metinlerin kökeni 15 Haziran 1215 tarihinde , Kralın diğer aristokratlar karşısındaki yetkilerini belirlemek için imzalanmış olan Magna Carta'ya (Büyük Özgürlükler Sözleşmesi) kadar uzanır. Dahası, parlamentoda oluşmuş gelenekler de yasalar kadar geçerlidir...

ABD Anayasası da 21 Haziran 1788 tarihinde ABD'nin İngiltere'den bağımsızlığını kazanmasının ardından yazılmıştır... O tarihten günümüze kadar üzerinde 27 değişiklik yapılmış olmasına karşın ana metin sürekliliğini korumuştur.

***

Ülkemize gelince...

Bizde 19'uncu yüzyılın başlarına kadar anayasa olarak kabul edilebilecek herhangi bir metin mevcut değildir...

Bunun nedeni, Osmanlı devletinde padişahın, 'Padişah-ı ruy-ı zemin zillullah-i fi'l-arz' yani 'Allahın yeryüzündeki gölgesi' olarak kabul edilmesi ve ağzından çıkan her sözün yasa yerine geçmesidir.

***

Bu durum, ülkenin sosyo-ekonomik yapısıyla yakından ilişkiliydi...

Osmanlı devleti 'merkeziyetçi feodal' bir devletti... En büyük üretim aracı olan toprak kamunun malıydı. Üretimi yapan çiftçiler, devlet hesabına ya da onun vekili olan sipahi adına çalışmak zorundaydı... Toplum, cemaatler esasına göre teşkilatlanmıştı ve her cemaat kendi din adamları tarafından yönetilir; bu temsilciler de merkezi otorite tarafından denetlenir ve gereğinde değiştirilirdi.

Oysa İngiltere'de kral, her biri kendi toprağının efendisi olan lordlar arasından seçilirdi. O nedenle mutlak hükümdar değil 'eşitler arasında birinci' olarak kabul edilirdi.

***

Ülkemizde merkezi otoritenin yetkilerinden bir bölümünü taşradaki feodal beylere devretmesi ancak 19'uncu yüzyılın başlarında merkezi otorite karşısında yerel despotların güçlenmesi ile olmuştur... 'Ayan' adı verilen feodaller, özellikle merkezden uzak yerlerde otoriteyi ellerine geçirmiş ve 'Sened-i İttifak' adı verilen bir belgeyi merkezi otoriteye onaylatarak fiilen kullandıkları hakları resmileştirmiştir...

Ancak nasıl Magna Carta bir anayasa değilse, Sened-i İttifak da anayasa olarak nitelenecek bir metin değildir...

Bu belge, merkezi iktidarın yetkilerini sınırlaması açısından ancak 'meşrutiyet' olarak nitelenecek olan yeni düzene doğru atılmış bir adım olarak görülebilir.

***

Ülkemizde ilk Anayasa 1876 tarihinde ilan edilmiştir...

Bu anayasanın ilanına giden süreci anlayabilmek için 'Tanzimat' dönemi olarak adlandırılan dönemde yaşanan gelişmeleri hatırlamak gerekir...

Sened-i İttifak'ın imzalandığı 19'uncu yüzyılın ilk yılları, Osmanlı devletinin hem iç düzeninin yozlaşarak bozulduğu, hem de dışarıda sanayi devrimi adı verilen değişim süreci sonucunda askeri ve sınai üstünlüğü ele geçiren Batılı devletler karşısında art arda yenilgilere uğradığı bir dönemdi...

Bu yenilgiler sonucunda kapitülasyonlar aracılığıyla ülkenin ekonomisine adım adım hakim olan Batılı ülkeler, zaafa uğramış olan merkezi hükümete kendi kararlarını dikte ettirme gücüne kavuşmuşlardı; bunun sonucunda imparatorluk yerel unsurların baş kaldırmalarıyla dağılma sürecine girmişti...

Örneğin Yunanistan Batılı devletlerin desteğiyle ayaklanmış ve askeri alanda yenilgiye uğramasına karşın bağımsızlığını kazanmıştı...

Yunan isyanını bastırmak için yardımı istenen ve aslında bir tür 'ayan' olan Mısır Valisi Mehmet Ali Paşa da, bu sürecin sonunda Osmanlı'ya isyan ederek Mısır'da bağımsızlık sürecini başlatmıştı.

***

Bu gelişmeler sonucunda akla gelen ilk çare, 'Batılılarınkine benzer siyasi bir düzen kurmak' olmuş, o dönemin en güçlü devlet adamı olan Mithat Paşa, önde gelen askeri komutanlarının desteğiyle Birinci Meşrutiyetin kurucusu ve ilk Anayasanın mimarı haline gelmiştir.

(Devam edecek)