Yağmur sonrasının dinginliğini acı ve gözyaşına dönüştüren bir ölüm sessizliği var sokakta. Yerde iki insanın cesedi… Biri 23 yaşındaki tıp öğrencisi Özge Ceren Deniz, diğeri 44 yaşındaki keman hocası İnanç Öktemay… Birbirini tanımayan iki insan, milyonda bir olasılıkta ve tesadüflükte yaşanabilecek trajedinin kurbanları olarak gazete manşetlerine girdi.

Ölüm şekli çok kahredici… Yer, İzmir’in Alsancak semti… Karşıdan karşıya geçerken önce genç kız yere düşüyor, sonra ona yardım etmek isteyen keman hocası yığılıyor. Nedeni elektrik çarpması. Aklıma hemen Orhan Veli Kanık geldi. Adli tıp raporuna göre Ankara’da sokakta belediyenin açtığı bir çukura düştüğü için beyin damarları çatlayan Orhan Veli’nin pisipisine ölümü… 

Keman hocası İnanç Öktemay, 2014 yılındaki bir paylaşımında Albert Camus’un “Bir ülkeyi tanımak için ülkede insanların nasıl öldüğüne bakın” sözünü paylaşmış. Ne kadar trajik. Zaman geçiyor, başbakanlar, bakanlar, belediye başkanları değişiyor ama kaza değil ancak cinayet sözcüğü ile ifade edilebilecek ölümler hiç değişmiyor. Çünkü Fazıl Hüsnü Dağlarca’nın bir şiirinin dizesinde de ifade edildiği gibi “insanı ucuz buğdayı pahalı” bir memlekettir Türkiye.
İnsan hayatı değersizdir. Devlet, insanı için var olmaz, insan devlet için yaşar. Dolayısıyla ölümler sıradanlaşır, düpedüz cinayet olarak değerlendirilmesi gerekenler “kader” denilerek geçiştirilir, liyakatsizliğin, ağır ihmallerin hesabı sorulmaz. Cezasızlık hüküm sürünce, adalet yerini bulmayınca bugün İzmir Alsancak’taki İnanç Öktemay ve Özge Ceren Deniz’i konuşuruz yarın bir başkasını… Öyle olmadı mı?

Şu bir gerçek ki, insan hayatı hep ucuzdu ama AKP’nin hüküm sürdüğü şu son 22 yılda, pisipisine ölüm vakalarının zirve yaptığı çok aşikâr. Hem çok arttı hem de her bir vakadaki ölümlerin sayısı yüksek. Soma’da, Ermenek’te ve daha nice maden ocaklarında göz göre göre ölen işçilerin hesabı soruldu mu? Tersane ölümlerini konuşan var mı? Çorlu, Ankara, Pamukova tren kazalarında onlarca insan hayatını kaybetti ama kim ne ceza aldı? Daha dün İliç altın madeninde zehirli atıkların döküldüğü alanda meydana gelen heyelanda işçiler toprak altında kalmadı mı? 
Saymakla bitmeyen ölümler silsilesi… Çünkü liyakatsızlık diz boyu; kuralsızlık, sorumsuzluk ve cezasızlık had safhada, boş vermişlik neredeyse milli özelliğimiz... Uygulanan vahşi liberal ekonominin hesaba kattığı tek unsur ise maliyet…

Bütün arızi durumlar, İzmir’deki elektrik çarpmasında var. Yüksek elektrik faturalarıyla halkı soyup soğana çeviren elektrik şirketleri altyapıyı iyileştirmedikleri için yangınlar çıkıyor. Haziran sonunda 15 insanımızın hayatını kaybettiği,  binlerce dönüm arazinin yandığı, yüzlerce hayvanın telef olduğu yangının DEDAŞ’ın yeterli önlemleri almamasından kaynaklandığı anlaşıldı ama hala “anız yanması” denilerek yangının sebebi gözlerden kaçırılıyor. 
İzmir’deki olayda ise kimse sorumluluğu üzerine almak istemiyor. Belediye Gediz Elektrik’i, Gediz Elektrik belediyeyi suçluyor. Oysa her ikisinin de ihmali var gözüküyor. Bilirkişilerin ön raporunda normalde 60 ila 80 santimetre derinlikte olması gereken elektrik kablolarının 36 ila 45 santimetrede kaldığı, bu derinliğin elektrik çarpmanın gerçekleştiği noktada 15 santimetreye kadar gerilediği belirtiliyor. Çünkü, 80 santimetre kazılması maliyet demek. Belediyenin ihmalinin ise rögar kapağı bitişiğinden geçirilen beyaz renkli drenaj borusunun kabloları kapağa doğru yükseltmesi ve bu arada kablo koruyucu borunun bu bölümde iptal edilmiş olması şeklinde ifade ediliyor.

Yakın zamanda bir köpeğin aynı noktada cereyana kapılarak ölmesi uyarıcı olmadığı gibi esnafın şikayetleri de dikkate alınmıyor.
Yani davul çala çala gelen bir ölüm. Şimdi iki taraf da işin içinden sıyrılmaya çalışıyor. Biliyoruz ki sıyrılırlar, ölenler öldükleriyle kalır.