Gazeteciliğe başladığım yıllarda en merakla beklenen konulardan biri verginin ilk 100 isminin açıklanması olurdu. Gazeteciler heyecan içinde o yıl listeye kimin gireceğini kimin sıra atlayacağını öğrenmek isterlerdi. Çünkü, vergi rekortmenleriyle uzun yazıların konusu olacak nitelikte röportajlar yapılırdı. Rekortmen göğsünü gere gere nasıl da bu ülkeye olan vefa borcunu ödemeye çalıştığını, “vergilendirilmiş kazanç kutsaldır” anlayışını koruduğunu, elde ettiği gelirin helalinden olduğunu anlatır dururdu. O listeye girmek günlerce sürecek, her zaman hatırlanacak ve hatırlatılacak bir övünç meselesi idi.

Hal böyle iken yine de ödenen vergi miktarı her zaman tartışılırdı. Ücretlilerin ödedikleriyle rekortmenlerinki karşılaştırılır, vergi adaletsizliğine dikkat çekilirdi. O yıllarda Manukyan adlı bir genelev patronu genellikle rekortmen çıkardı ki, etnik kökeninden hareketle gayri Müslim bir vatandaşın vergi dürüstlüğü ibret olsun diye örnek gösterilirdi. Koç ve Sabancı grubu aynı şekilde bu listenin demirbaşlarındandı.

Devlet, rekortmenleri ilan ederek hem sermaye kesimine meşruiyet kazandırır hem onları kamuoyu önünde ödüllendirir bu yolla da diğerlerini daha fazla vergi vermeleri konusunda teşvik ederdi. Ama bilirdik ki verginin ağır yükü her zaman dar gelirlinin, sabit ücretlilerin üzerindedir.

Vergi rekortmenleri listesini öyle hafife almayın. İSO’nun açıkladığı Türkiye’nin İlk 500 Büyük Firması gibi rekortmenler de ekonominin niteliği, aktörleri, üretim yapısı hakkında çok net bilgiler verir bize… Sermayenin kimlerin ve hangi kesimlerin elinde toplandığı, onlardan hangisinin güçlendiği hangisinin gerilediği bu yolla öğrenilebilir. Sonuçta vergi de politiktir. Misal, sermayenin kırmızı yeşili olmaz derler; doğrudur da ama İslamcı sermayenin yükselişi ile seküler sermayenin sahiplerinin listedeki konumları bize ülkenin ideolojik havasını da yansıtır. Yılını anımsamıyorum ama Gezi olaylarından sonrasıydı; rekortmenler listesine biber gazı üreten, devlete panzer satan bir firma girmişti. Doğrusu çok anlamlıydı. Düşünce ve ifade özgürlüğü, gösteri, basın açıklaması yapma hakkı gibi çok temel bir hakkın kullanımına yönelik müdahalenin yurttaş aleyhine nasıl ilerlediğinin bariz göstergesiydi bu. Türkiye’nin otoriterliğe evrilen sürecinin çok erken bir evrede verilmiş işaretiydi.

Türkiye’de bütün teamüllerin, kuralların, geleneklerin değişmesi gibi vergi rekortmenleri listesi de değişti şimdi. Daha önce vergisiyle övünenlerin yerini gizlenenler aldı. Üstelik her yıl gizlenenlerin sayısı da artıyor.

2023 yılında 4 milyon 541 bin 644 mükellef gelir vergisi, 1 milyon 111 bin 944 mükellef ise kurumlar vergisi beyannamesi veriyor. Beyan eden matrah 2022 dönemine göre gelir vergisinde yüzde 98.5 artıyor, kurumlar vergisinde ise bu artış yüzde 31.9. Bunun anlamı, zenginin daha zengin olduğu.

Gelir vergi rekortmenlerinde ilk üç sırada ise Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın damadı ve efradı var. Koç ailesi artık üçüncü sırada ki bu da bize kendisini Cumhuriyet sermayesi olarak kesim için bir devrin kapandığı anlamına geliyor.

Gelir İdaresi Başkanlığı’nın açıkladığı 2023’a dair gelir vergisi listesindeki ilk 100 kişiden 73’ü, kurumlar vergisi listesindeki ilk 100 şirketten 34’ü adını gizledi. 2022 yılında bu sayılar 75 ve 38 imiş. Daha da geriye gidersek adının açıklanmasını istemeyenlerin sayısı bir ya da iki olurdu. Bu gidişle, yakında tamamen boş bir listeyle karşılaşacağımız gibi bir gerçeklik sözkonusu…

Acaba elma dersek çık, armut dersek çıkma oyunu mu oynanıyor?

Kendisinin ya da kurumunun ödediği verginin bilinmesini istemeyenler neden böyle davranıyor? Madem ki, vergilendirmiş kazanç kutsal o halde neden ilanından kaçınılıyor?

İki basit soru ama yanıtı aynı basitlikte olmasa gerek.