Önceki yazımızda CHP’nin önümüzdeki dönemde yapması gereken şeylerin başında dış politika alanında ABD, NATO ve Batı Avrupa’ya körü körüne bağlılık tutumunu değiştirmenin geldiğini söylemiştik...

CHP içindeki NATO’cu ve neoliberal eğilim, Kılıçdaroğlu’nun Cumhurbaşkanlığı seçimlerinin hemen öncesinde ABD ve İngiltere’ye yaptığı gezilerde en açık bir biçimde açığa çıkmış ve Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın bir kez daha seçilmesine en büyük katkıyı sağlamıştır...

Bilindiği gibi Türkiye NATO üyesi olsa da özellikle Suriye savaşının başında yapılan hataların ters tepmesinden sonra dış politikada Doğu ve Batı arasında bir “denge” arayışına girmiştir. Bu durum ABD’nin hoşnutsuzluğuna yol açmış, bu nedenle ABD, 15 Temmuz FETÖ ayaklanmasına NATO aracılığıyla “yeşil ışık” yakmıştır. Bu ayaklanmanın yenilgiye uğramasının ardından başkanlık koltuğuna oturan Biden “Türkiye’de iktidarı değiştireceğiz, ama demokratik yoldan” ifadesini kullanmıştır.

***

Kılıçdaroğlu ve CHP yönetimindeki NATO’cuların en büyük hatası, Biden’ın bu sözlerinden vazife çıkarmak ve ABD’ye sadakatın kendilerine iktidar yolunu açacağı yanılgısına kapılmak olmuştur...

Kılıçdaroğlu bu nedenle ABD gezisi sırasında “Ukrayna’nın yanında olmalıyız” açıklamasını yapmış, kendisinin cumhurbaşkanı olması halinde Türkiye’nin bu savaşa katılacağı sinyalini vermiş  ve seçim kampanyasında Rusya’yı gerekçesiz biçimde kendisine karşı komplo kurmakla suçlamıştı. Bu politika aynı zamanda İsrail yanlısı bir politikaydı. Nitekim Özgür Özel’in İsrail’in Gazze’ye yaptığı saldırıları kınayan açıklaması üzerine Kılıçdaroğlu’nun dış politika danışmanı ve en yakın kurmayı eski büyükelçi Ünal Çeviköz, "Keşke hiç yorum yapmasaydı. Sağ popülizm uğruna sosyal demokrasi de çöpe gitmiş, insancıllık da…" ifadesini kullanarak faşist Netanyahu yönetimindeki İsrail’i “insaniyet numunesi” (!) ve “sosyal demokrasi”nin örneği olarak göstermekten kaçınmamıştı...

Kılıçdaroğlu yönetimindeki CHP’nin bir türlü yüzde 25’in üzerine çıkamamasının en önemli sebeplerinden biri bu “işbirlikçi” politikaydı.

***

İsrail’in Gazze saldırısı sonrasında bu tablo değişmeye başlamıştır... Türkiye’nin “keskin” söylemi ile çelişen “ikircikli” bir tutum takınması ve AKP Hükümetinin yakın zamana kadar İsrail’e ihracatın kesintisiz devam etmesine izin vermesi işleri tersine döndürmüş, Gazze savaşı AKP’yi yıpratan bir faktör halini almıştır...

Son yerel seçimlerde özellikle YRP’nin ve Saadet Partisi’nin “İslami” bir söylemle bu konuda AKP’ye karşı yürüttüğü propaganda son derece etkili olmuştur...

CHP Genel Başkanı Özgür Özel’in Gazze saldırısı konusunda CHP içindeki Çeviköz gibi İsrail yanlılarından farklı tutum takınması da CHP’nin dış politikaya eskisinden farklı yaklaşabileceği umudunu doğurmuştur.

***

Kısacası; şu aşamada AKP’nin gerilemesinin en büyük nedeni, son  yönetim değişikliğine kadar kendisine bilinçli ya da bilinçsiz destek sunmuş olan ana muhalefet partisi CHP’nin neo-liberal yönetiminin partinin başından uzaklaştırılmış olmasıdır...

CHP, IMF’ci, NATOcu, Apocu, Pirocu, Fetöcü, cemaatçı politikalardan arınarak Cumhuriyet’in “kuruluş ayarlarına” döndükçe bu toparlanma devam edecektir...

AKP’nin son dönemde dış politikada ABD ile yakınlaşması ve iç politikada  cemaatlerle ilişkilerini sıkılaştırması da bu toparlanmaya katkıda bulunmuştur.

***

Ekonomide giderek daha fazla etkisini gösterecek olan kemer sıkma politikaları bu konjonktürde CHP’nin en güçlü silahlarından biri haline gelecektir...

Hatırlanacağı üzere 2000’li yılların başlarında DSP başkanlığındaki koalisyon hükümeti neo-liberal Kemal Derviş’i parlamento dışından hükümete dahil ederek ekonominin tek sorumlusu haline getirdiğinde DSP’nin oyları yüzde 29’dan yüzde 2’ye kadar düşmüş, koalisyon hükümeti de dağılmıştı...

O dönemde yeni kurulmuş olan AKP, bu durumdan yararlanarak IMF karşıtı bir propaganda yürütmüş ve kaldırılmış olan ürün desteklerinin geri getirileceği vaadinde bulunarak girdiği ilk seçimde tek başına iktidara gelmeyi başarmıştı.

***

Günümüzde durum tersine dönmüş bulunmaktadır...

Birkaç yıl önce izlediği neo-liberal politikaların uyandırdığı tepki nedeniyle hem bakanlıktan hem de siyasetten uzaklaştırılan Mehmet Şimşek şimdilerde Cumhurbaşkanı ve AKP Genel Başkanı Erdoğan tarafından Dünya Bankası ve Batılı finans kurumlarından para bulması için tekrar hükümete dahil edilmiş ve ekonominin patronu haline getirilmiştir...

Şimşek, kuruyan kaynakları canlandırabilmek için dışarıdaki finans kaynaklarına daha fazla faiz ödemek ve “dar gelirlilerin “kemerlerini daha da sıkmak” zorundadır. Bu tercih, AKP’nin son seçimlerde önemli ölçüde oy kaybetmesinin başlıca nedenlerinden biridir. Bu politika devam ettikçe AKP oyları da eriyecektir.

***

Eğer CHP bu politikalara karşı sosyal ve kamusal yönü ağırlık taşıyan bir ekonomi programı hazırlayabilir ve bunu halka mal edebilirse, AKP’nin neo-liberal ekonomik politikalarına yönelik tepki CHP’yi bugün bulunduğu noktanın çok daha ilerisine taşıyabilir...

Ancak bunun için CHP’nin önce kendi içinde “değişim” sürecini tamamlaması, neo-liberallerden yakasını tamamen kurtarması, kamucu bir yaklaşımı benimseyenleri kilit noktalara getirmesi  gerekmektedir...

Gelecek AKP’den değil CHP’den yana görünmektedir; yeter ki, bu parti geçmişte yaşananlardan ders çıkararak kendine çekidüzen versin ve iç çelişkileri dolayısıyla bölünüp parçalanmasın!

(Bitti)