Temmuz bu coğrafyada pek çok özelliklere sahip bir aydır. Temmuz aynı zamanda siyasi yaşamımız açısından da pek çok olayın yaşandığı tarihi bir aydır. Asıl konumuz ise 2 Temmuz 1993 tarihinde Sivas’ta Pir Sultan Abdal Şenlikleri sırasında Madımak Oteli’nde  radikal İslamcı bir grup tarafından çoğunluğu  yazar, ozan, düşünür 33 kişi ile 2 otel çalışanının yakılması ya da dumandan boğularak hayatlarını kaybetmeleriyle sonuçlanan olaylardır.

Laiklik, bir yaşam biçimidir. Karşıtlarının ileri sürdüğü gibi dinsizlik olmayıp tersine, dindarları da koruyan bir düşünce sistemidir. Çağdaş yaşamın simgesi, insan ve ulus olmanın da bir ölçütüdür. Laik Türkiye Cumhuriyeti’nin temellerinin atıldığı Sivas’ın gönlümdeki yüce yerini günün birinde, şeriatçı yobazların karartabileceğini nereden bilebilirdik! Ne acıdır ki, gönlümüzü -bütün Atatürkçülerin de gönlünü- karartan bir uğursuz olay yaşandı Sivas’ta. Hâlâ onulmaz acısını, yasını yaşıyoruz. Çağdışı, insanlık dışı bu olayın dünya durdukça belleklerden silinmeyeceği de kesin.

Oysa “Pir Sultan Abdal Şenlikleri için 30 Haziran akşamı gelmişlerdi Sivas’a. Mustafa Kemal Paşa’nın 4 Eylül 1919’da “Sivas Kurultayı”nı gerçekleştirdiği ve gönlümüzde kutsal yeri olan Sivas’a gelmenin sevinçli coşkusunu yaşıyorlardı. Altmıştan fazla aydın, sanatçı, yazar-çizer, şair ellerinde sazları ile halk ozanları, düşün adamlarıydılar. 2 Temmuz, PEN YAZARLAR DERNEĞİ’nce Laiklik Günü olarak ilan edilmişti. Aslında o yıl Cumhuriyetin temeli dinamitlenmiş, Sivas kara sese yenilmişti.

Olaydan 5 gün sonra “Her şey yalama oldu artık, yaşamla ölümün bir anlamı kalmadı” diyen Rıfat Ilgaz’ı 7 Temmuz 1993’de; o gün Sivas’tan sağ kurtulan Aziz Nesin’i de, 6 Temmuz 1995’de yitirdik. Türkiye’nin aydınlık yüzleri gidiyordu bir bir. Mayıs-1997’de Mustafa Ekmekçi’yi, Haziran-1997’de de Cahit Külebi’yi yitirdik.

Atatürk devrimlerine karşı çıkmayı marifet sayan, ona yapılan saldırıları hoşgörü ile karşılayan, heykellerini kıranları “delidir, meczuptur” diye cezasız bırakmaya çalışanlar; işte bunlar asıl suçlulardır. Bu insanlık dışı olayın yıldönümünde, yitirdiğimiz 33 aydın ve sanatçı kardeşlerimizin önünde saygı ile eğilmek, onların değerlerini ve anılarını yaşatmaktan başka da elimizden gelen bir şey yok.

Şimdi asıl suçlulara gelelim; 1950’de, demokratik bir seçimle 27 yıllık tek parti dönemi iktidarının sona ermesiyle iktidar olan Demokrat Parti, eğitim alanında CHP’nin verdiği ödünleri öylesine arttırdı ki ülke, müftülerin denetiminde ve gericilerin desteğinde Kuran kursları, İmam Hatip Liseleri ile doldu. Böylelikle iki ayrı dünyanın kafası yetiştirilmeye başlandı. Sivas’ta yakılarak öldürülenlerin, bir kültür şenliğini, acılara boğmanın suçlusu, asıl suçlusu işte bu ödüncü, çıkarcı siyasalcılardır. Buna karşın ülkemizin bir avuç da olsa Atatürkçü aydınları gençlere ağabeylik ediyor, onları yüreklendirip çağdaş bilgilerle donatmaya çalışıyorlar. Hele kadınlarımız! Atatürk’ün kızları saydığı kadınlarımız, öylesine cesur atılımla ortaya çıkıyorlar ki; ülkemizin (yine Atatürk aydınlığı ve önderliğiyle) bu gerilikten, bu ilkellikten kurtulacağına inanıyorum.

Bu olayların azgınlığı karşısında Atatürk’ün ışıklı yolunu seçmeyi başaran yepyeni ve apayrı bir gençlik de yetişmek üzere. Tarihte ateşler, öldürmek için yakılmıştır. Bu gelenek kalksın; ateşler, dostluk ve barış için yakılsın. Sivas katliamının son olmasını dilerken, aydınlık ateşlerini seçelim diyorum.