Eylül Güzün ilk ayı... Hep hüznü çağrıştırır bize. Oysa onun da coşkulu, sevinçli, mutlu günleri vardır hepimiz için. Nedir ki adı böyleye çıkmıştır Eylülün. Demek ki ayların da bir kaderi var, insanlar gibi...

***

Eylül'ün bende çağrıştırdıklarını anlatmak istiyorum. Her şeyden önce, Mehmet Rauf'un bir romanını hatırlatır bana. Yeğenimin işlettiği Cafe'nin adı da Eylül'dü. Yanılmıyorsam Ahmet Telli Kitabevi'ne de bu adı vermişti. Gençliğimde Gina Lollobrigida'nın filminin adı da “Eylül’de Gel” (Come September) idi. Türkçesini Alpay söylemişti. Hatta ikmale kalanlara da “Eylül’de Gel” derdi öğretmenlerimiz.

***

Ne zaman bu şarkıyı dinlesem ağaçların yeşilden sarıya boyanmaya başladığı, kuruyan yaprakların rüzgârlar önünde uçuştuğu, tatilcilerin yuvalarına kavuştuğu ya da tatil beldelerinin de ıssızlaşması gelir usuma. A. Nevzat Odyakmaz, İsmet Kemal Karadayı, Bilal Kayabay, Ümit Yaşar Oğuzcan, Özdemir Asaf da Eylül şiirleriyle belleğimdedir hep…

***

Eylül, okulların açıldığı, öğrencilerin okula, öğretmenine: öğretmenlerin öğrencilerine kavuştuğu aydır. 12 Eylül darbesi de çağrışımlar arasında yer alır ve bir karabasan gibi çökmüştür üstümüze: Ölümler, hapisler, kitap yasaklama, yakma dönemidir. Anımsamak istemediğim bir olaydır o da 12 Mart gibi...

***

Bir şarkıyı anımsarım hep:"Düşen bir yaprak görürsen/Beni hatırla demiştin Biliyorsun seni ben / Bir sonbaharda sevmiştim..." ve ardından, Nat King Cole’u çağrıştırır ‘’Autumn Leaves’’ şarkısıyla. Yine O Henry'nin “Son Yaprak’’ adlı öyküsünü de anımsarım: Hani, hasta, her sabah penceresinden bir tek sarı yaprak olan ağaca bakar. Baktığı o yaprak yaşam ümididir adamın. O yaprak düştüğü gün, o da ölecektir. Ama düşmez, çünkü onu yaşatan o yaprak, yapmadır. Ağaçlar gibi ayakta ölmek duygusu verir bana bu öykü…

***

T.S Elliot mu, Ezra Paund mu, hangisi demişse; "Eylül ayların en kahpesi'’ ymiş, ölümler peş peşe geldiği için. İçinde ölüm varsa, hangi ay kahpe değildir ki!

Hani Hasan Hüseyin: "Haziran’da ölmek zor" demişti ya. "Ben onu mevsimlere uyarlıyorum. Yaz'ın ölmek zor da, güz'ün ölmek kolay mı? Değil kuşkusuz. Ama en zoru kışın ölmek. Ölenden çok da gömütlüğe gidenlere özgü bir zorluktur bu!

***

Her Eylül gelişinde, şimdi ah Yedigöller'de olmak vardı derim. 36 yıldır gidemedim. En son gidişimde şiirlerini yazmıştım o güzelliğin. Şair Ümit Yaşar da yazmıştı hemen anımsadığım şu dizeleri hâlâ usumda: "Yedigöller'de yedi iklim yaşadık / Mutluyuz öylesine, fakat ne yazık / Ki gelemez bir daha böyle bir sonbahar / İnsan ömründe bu saltanatı bir defa yaşar. Evet, Yedigöller bir renk cümbüşüdür: kırmızısı, sarısı, bakır çalığı, yeşili büyüler her göreni. Ağaçlar mevsimlerin şarkısını söyler karşıki yamaçlarda. Fısıltıları ile göklerle kucaklaşmış gibidir dalları...

***

29 Ekim’leri düşününce mutlanırım. Övüncüyle, coşkusuyla, Cumhuriyet çocuğu olmamın da payı var bunda diye düşünürüm. Kadere bakın ki 14 Eylül 1966 günü Anafartalar’da (Ankara) bir kuyumcu nişan yüzüklerimizi taktı Eylül de. Özcesi yalnızca hüzün değil sevinçler, coşkular, mutluluklar, mürüvvetler de var Eylül’lerde...

***

Günler akıp gidiyor. Zaman bir su gibidir, yaşanan bir daha yaşanmaz. Adı ne olursa olsun, her ay, her gün mutlaka hakkı verilerek yaşanmalıdır. Kuşkusuz, acısı, tatlısı, hüzünlüsü, mutlusu da var ayların. Önemli olan yaşadığımızı duyumsayarak geçirmektir zamanı...